Pazartesi, Kasım 25, 2024

BU HAFTA İLK 5 HABER

Benzer Haberler

Musa Alioğlu: Hava Sahası Yönetimi Özerkleştirmeli

 

Geride bıraktığımız Kurban Bayramı süresince havayolu trafiğinde büyük bir yoğunluk yaşandı.

Konuyla ilgili olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, “Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı’na (EUROCONTROL) üye 41 ülkede Performans İnceleme Birimi tarafından yapılan ölçümlere göre Türkiye, 15 Haziran 2024 Cumartesi günü 5 bin 574 uçuşa hava seyrüsefer hizmeti vererek, Avrupa’da en yoğun kullanılan hava trafik hacmine sahip üçüncü ülke oldu’ diye övünerek şöyle diyordu;

“15 Haziran 2024 tarihinde ülkemizdeki havalimanlarına iniş kalkış yapan uçak sayısı 4 bin 227’ye ulaşarak 2023 yılının aynı gününde kayıtlara geçen 3 bin 587 rakamına oranla yüzde 17,8 artış göstermiştir. Ülkemiz, havayolu sektöründe Avrupa’nın zirvesine doğru tırmanışını sürdürmektedir”.

Başta THY olmak üzere havayolu şirketlerimizin fazla yolcu taşıması ve havalimanlarımızın da daha çok uçağa ve yolcuya ev sahipliği yapması elbette çok önemli gelişmelerdir. Sayın Bakan, ayrıca yabancı uçak sayısını da belirtseydi, bu yoğun uçak trafiğinin ne kadar işe yarayıp, yaramadığını da görmüş olacaktık. Ayrıca, hava sahamızı hangi devletler ve hangi havayollarının kullandığını da bilmeyi çok isterdik. Örneğin İsrailli havayolu şirketleri hava sahamızı kullanarak başka ülkelere gidiyor mu? Bu sayıları bilebilsek hava sahamızı kullanarak üst geçiş yapan yabancı uçakların karı, zararını (ne kadar) ödüyor mü ödemiyor mu öğrenirdik. Türkiye hava sahası “Yol geçen hanı” olmadığı için, geçiş yapan yabancı tescilli uçaklardan diğer ülkeler gibi biz de ‘payımıza’ düşeni almaktayız. Merkezi Belçika’da, Brüksel ve Sevilla’da Hava Kontrol Merkezleri olan kısaca EUROCONTOL denilen Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı, üye olan her ülkenin hava sahasını kullanan uçaklardan üst geçiş ücreti alır ve aldığı bu parayı, üye ülkenin yaptığı yatırıma göre, bu hizmeti veren personele geri öder. Bu kadar çok yabancı uçağa hizmet veren Türkiye’nin payına ne düşüyor, hangi çalışan bu paradan ne kadar pay alıyor?

Merak ettiğimiz ve asıl tartışılması gereken konu budur!. Üye ülkelerin hepsinde seyrüsefer faaliyetlerini devlete bağlı, fakat özerk kuruluşlar yürütürken, Türkiye’de ise hem hava seyrüsefer, hem de devletin elindeki tüm havalimanlarının işletilme işini Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü yapmakta. Tüm DHMİ çalışanları EUROCONTROL tarafından gönderilen ve “Havacılık Tazminatı” denilen bu paradan pay istiyor, fakat bu herkese verilmiyor. Çünkü, DHMİ’nin havalimanı işletme gibi bir görevi olduğu için bu işlerde çalışanlara hiç tazminat ödenemiyor. DHMİ çalışanlarını ATCO (Air Traffic Control) çalışanları, ATCO olmayanlar ve hem işletmeye, hem de seyrüsefere hizmet edenler diye üçe ayırabiliriz.

Basında sürekli gündeme gelen, her mesleğin dernek ve sendika kurarak ‘hakkımız’ diyerek almaya çalıştığı bu tazminat işinin sorun olması aslında DHMİ’nin kuruluşundan kaynaklanır. “Ben de DHMİ’de çalışıyorum” diyen, fakat seyrüsefer, yani hava trafiğini sevk ve idare etmekle hiç bir alakası olmayanlar da tazminat peşindeler. Havalimanı işletmeciliği ve seyrüsefer hizmetleri ayrılırsa, kimin hangi işi yaptığı belli olacak, tazminatı da hak eden alacak ve tartışma da bitecek. “Kullanan öder” prensibine göre tüm üye ülkelerin hava sahasını kateden şirketler, üst geçiş ücretini geçilen süreye göre öder. Türkiye’nin toplam hava sahasının 1 milyon kilometre kareden büyük olduğunu ve coğrafi olarak giriş ve çıkış arasındaki mesafenin de tüm Avrupa ülkelerinden uzun olduğu gerçeği ortadayken, Türk tescilli uçaklar, Avrupa ülkelerinden daha kısa sürede geçmelerine rağmen üç kata yakın bir ücret (Yaklaşık 80-90 Euro) ödüyorlar. Biz ise tepemizden daha uzun sürede her gün geçerek, havamıza karbon salan yabancılardan üçte bir (25-30 euro) gibi çok düşük bir ücret alıyoruz.

Yaptığımız yatırım ve maliyetlerimizi bildirdiğimiz EUROCONTROL da bize pastadan bu kadar pay verebiliyor. Avrupa’da seyrüsefer hizmeti veren ATCO denen elemanlar 8-10 bin Euro maaş alırken, bizde bu işi yapan trafik kontrolörleri ancak 2 bin Euro alıyor. Bu işi yapan personelin maaşlarını devlet memuru oldukları için arttırıp 350 bin liraya çıkarmak da mümkün olamadığı için ortaya içinden çıkılmaz böyle garip bir durum çıkmaktadır. Yani, çok uçağa hizmet etmenin özde bir faydası yok. Çalışanların hepsi de bundan payına düşeni alamayacaksa o halde iki şapkalı DHMİ’ye adında yazılı işleri bırakmak, hava seyrüsefer hizmetlerini de tüm Avrupa’da olduğu gibi özerk bir yapıya kavuşturmak doğrusu en hayırlı iş olacaktır derim. Mutlu yarınlar Türkiye’m..

*

Ercan Havalimanı’nda krizler bitmiyor


92 milyon TL’lik fatura nasıl ödenecek? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dış dünyaya doğrudan değilse bile, Türkiye’ye üzerinden bağlayan Ercan Havalimanı’nın özelleştirilmesinden sonra bir çok sorunla karşılaştı. Rizeli müteahhit Emrullah Turanlı’nın Taşyapı Yapı ve Alp Delimollaoğlu’nun Terminal adlı şirketlerinin ortak olduğu T&T Havalimanı İşletmeciliği Şirketi yeni terminali sorunlarla açabildi. Hayli yoğun bir trafiğe sahip olan ve iyi de para kazanan Ercan Havalimanı işletmecisi olan şirketin yıllardan beri ödemediği 92 milyon TL’lik elektrik borcu adada en önemli gündem. Konunun bir numaralı muhatabı olan Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı, geçmişi suçlayarak, kendini de temize çıkarmak istediği açıklamada aynen şöyle diyormuş; “Madem Ercan (Havalimanı) İşletmecisi’nin 92 milyon TL borcu var. Niye (elektrik)kesilmiyor. Oysa sıradan bir vatandaşın 700 TL borcu olsa elektrikleri otomatik kesiliyor. TT’ye bu müsamaha niye?” diye soruluyor.
TT, yıllar önce bitirip açması gereken Ercan Havaalanını, Devletin sözleşmedeki şartları yerine getirmediği gerekçesi ile biz iş başına gelinceye kadar bitirmedi. Hukuki olarak haklı idi. Çünkü sözleşmeyi yapanlar son derece yanlış bir sözleşme yapmışlardı. Mesela; “Ercan’da işletme süresi yer tesliminden sonra başlayacaktır” diye yazıyordu. Oysa Devlet yer teslimini bir türlü yapamıyordu. Çünkü İşletmeciye sözleşme gereği verilmesi gereken arazide askeri birlik vardı.(…) Sözleşmedeki bu büyük fiyasko maddeye siyasetçilerin cevabı; “TT’nin o araziye ihtiyacı yok. Yer teslimi yapılmadan da TT Havaalanını açmak zorunda” şeklinde oluyordu. Ama Hukukçular öyle demiyordu. Devlet ya sözleşmeyi değiştirmeli arazi sınırlarını yeniden belirlemeli veya sözleşme gereği bu araziyi askerden boşaltıp TT’ye teslim etmeli idi. TT de: “Bana yerimi teslim edin. Havaalanını o zaman bitirir ve işletmeye açarım. Yapım ve İşletme sürem birbiri ile bağlantılıdır. Ne zamanki bana yer teslimi yapılır, İşletme sürem de o zaman başlar” diyordu. Aklı başında hukukçular bu maddenin TT’ye büyük bir manevra alanı yarattığını söylüyorlardı.
Bu sebepten dolayı, 4’lü koalisyonda bile TT’ye dokunulamamıştı. Biz iş başına geldiğimizde, önce konuyu tam anlamak için her kesimden bir dizi brifing aldık. TT ile yaptığımız bir dizi görüşme sonucu onların Havaalanını bitirme konusunda çok da istekli olmadığını anladık. Bir hukukçu bana dedi ki; “Adam deli mi yeni havaalanını açsın. Burada aylık masrafı 5 milyon TL. Yeni Havaalanında açtığında aylık masrafı en az 25 milyon TL olacak. Bu sözleşmeye göre TT, 50 sene bu Havaalanını açmaz”. Görüşmeler sonucunda, mahkemeye gitmenin bize faydasının olmayacağını, mahkemenin çok uzun sürebileceğini, sözleşme gereği bizim haksız da bulunabileceğimizi, bu yüzden farklı bir yol bulmamız gerektiği kanaatine vardık.
Tek çare; TT ‘ye söz geçirebilecek ve onu yeni bir sözleşmeye ikna edebilecek çevrelerin hakemliğine başvurmaktı. Konuyu başka mercilere taşıdık. Meseleyi önce onlara izah ettik. Bizi anladılar. Hakemliği kabul ettiler. O mercilerin hakemliği tahtında, aralarında DHMİ ve TC Sivil Havacılık Dairesi (SHGM) uzmanları, 12 adet hukukçu, Maliye ve Ulaştırma Bakanlık yetkilileri ve teknik heyetleri ve hatta Merkez Bankası Başkanı’nın da bulunduğu, yaklaşık 100 kişi aylar süren görüşmeler yaptı. İlgili mercilerin zaman zaman TT’ye baskı ve hatta tehditler de bulunması sonucu, iş tatlıya bağlandı. Yeni bir protokol yapıldı ve Ercan Havaalanı işletmeye açıldı. Ercan işletmeye açılırken en önemli sorunlardan birisi de Yeni Havaalanının elektrik tarifesinde çıkmıştı.
Yüklenici firma TT, Ercan’da uygulanacak tarifenin geçici değil, normal tarife olmasını istiyordu. Aksi takdirde geçici tarife ile gelecek elektrik faturasının altından kalkamayacağını söylüyordu. Kendilerine bu konunun ilerde konuşulacağı söylenmişti. Ama bu konu protokolde yer almamıştı. Bu süre içerisinde Ercan’a gelen geçici (tarifeli) elektrik faturası 92 milyon TL. Normal tarife olsaydı ödenecek rakam; 62 milyon TL olacaktı. TT diyor ki; “Bana Ercan Havaalanını siz zorla açtırdınız. Eski sözleşme ile ben Ercan’ı tamamen bitirdikten sonra açacaktım. Ben geçici tarife üzerinden gelen bu yüksek faturayı ödemem.”Kıb-Tek diyor ki; “Ben anlamam. Ben oraya geçici elektrik verdim. Geçici elektriğin bedeli de budur. TT’ye niye farklı bir muamele yapayım. Bu diğer vatandaşlara haksızlık olmaz mı?” Hükümet diyor ki; “TT şimdiye kadar hep sözleşme diyordu. Sözleşme veya protokolde elektrikle ilgili bir madde var mı? Bizi bu işe karıştırmayın. Kendiniz Kıb- Tek ile anlaşın. Konu bu minval üzerinde aylarca tartışıldı. Netice; Yine hatırı sayılır kişilerin devreye girmesi ile sorun çözüldü. Anlaşma gereği T&T, Kıb Tek’e borcu olan her tüketicinin yaptığı gibi 92 milyonluk faturayı yapılandırarak ödeyecek. 2 ay içerisinde de Ercan da elektrik tesisatını tamamlayacak. Kıb-Tek tarafından son kontroller yapılıp, normal tarifeye geçilecek. Şimdi bu gerçekler ışığında tartışmaya devam edebilirsiniz…” Çok ilginç sözler.
Önce Osmanlı, sonra da İngiliz kültürü ile yetişen Kıbrıs Türk halkının saflığını hükümetlerdeki iş birlikçileriyle çok iyi kullanan Ercan Havalimanı işletmecisi T&T adlı şirketi ve ortaklarını, hangi hatırı sayılır çevreler nasıl ve niçin ikna etti acaba? Bakan Bey, bu konuya da bir açıklık getirseydi çok iyi olurdu.
Facebook ile Yorum Yapın

ÇOK OKUNANLAR