Bugün ülkemizde devasa boyutlarda COVİD-19 salgını yaşamıyoruz ama bunun eşiğinde olabiliriz. Dünya Sağlık Örgütü’nün Korana Virüsü Pandemi (küresel tehdit) olarak ilan etmesinden sonra medya da yaşanan olgulara her yönüyle dikkat çekiyor.
Haber Sol’dan Metin Kuzuligil, Türk Toraks Derneği Etik Kurul ve Genel Merkez Danışma Komitesi üyesi, Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu Yürütme Kurulu üyesi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner ile konuştu.
Salgının dünya üzerindeki gidişatı ile ilgili olarak son durum nedir?
Çin’de şimdiye kadarki önlemlerle büyük ölçüde kontrol altına alınmış durumda. Bundan sonra da özel bir sıçrama, yeniden yükseliş olmasını ben beklemiyorum ama özellikle ABD ve İtalya sıkıntılı görünüyor. Bu birazcık Amerika’daki sağlık sisteminin kötülüğünden kaynaklanıyor. Herkesin sağlık sistemine ulaşımında sorunlar var. Gerçi bugün yeni kabul ettikleri destek paketiyle en azından tanıya ücretsiz olanağı sağlamışlar, bu Amerika için önemli bir adım.
İtalya’da maalesef daha iş tam kontrol altına alınmış görünmüyor. Dolayısıyla tehlike oluşturmayı sürdürüyor.
Güney Kore’de başta belki biraz kendilerine fazla bir iş yükü yarattılar ama hem hasta sayısı düşmeye başladı ve hem de ölümler çok büyük oranda azaldı, bence onlar da başta kendilerini eleştirenler olduysa da mantıklı bir iş yaptılar. Yapılan çalışmanın gereksiz olduğunu “bir dolu test yapıyorsunuz” diyerek eleştirenler olmuştu.
Şu anda “kontrol altına alınma” denildiğinde yayılmanın durdurulması anlamına geliyor galiba?
Doğru… Artı herkesin sağlık hizmetlerine kolay ulaşması, yeterli sayıda insana, yani gerekli olduğu düşünülen insanlara kolaylıkla tanı testlerinin uygulanması ve tanının hızla konup bu şekilde kimler izole edilecek, kimler edilmeyecek, kimler yakından takip edilecek onların hızla belirlenip gerekli önlemlerin alınması, uygulamaya konması…
Teknik bir şey sormak istiyorum. Burada bir hastalığın yayılmasının önlenmesi, tespit edilip izole edilmesinden söz ediyoruz. Bir de tedavi süreci var. Destekleyici tedavinin dışında. Burda tedavi hastalığın atlatılması anlamına mı geliyor? Yani tamam iyileşti denilip taburcu edilen kişiler hastalığı atlatmış oluyorlar değil mi? Bu durumdaki kişilerin tekrar enfekte olması, hastalığa yakalanmaları olasılığı nedir?
Şu anda biliyoruz ki, geçici de olsa bir bağışıklığı vardır ve birkaç ay içinde yeniden enfekte olmasını beklemeyiz.
Gripte elde edilen bağışıklık birkaç ay kadardır. Ondan sonra teorik olarak yeniden enfeksiyon riski var. Bir de tabii bu virüsler zamanla mutasyona uğrayabiliyorlar ve yeniden bir tehdit oluşturabiliyorlar.
Fakat bu tarz mutasyonlar hastalığı geçirmiş kimseler için yeni bir tehdit pek oluşturmuyorlar çünkü yine de bağışıklık sistemi onu bir parça da olsa tanıyabiliyor. Yani bağışıklık sistemi o virüsü tanımadığı zamanki kadar hazırlıksız olmuyor.
Geçirenlerin yakın gelecekte yeni bir tehdit altında olmayacaklarını söylemek yanlış olmaz.
Daha önceki söyleşilerimizde sorduğum bir şeyi tekrar soracağım. Aşının geliştirilmesi konusunda ciddiye alınır bir gelişme var mı sizce?
Bir yıl içinde olacağını sanmıyorum. Çünkü çok hızlı çalışılıyor, daha çok laboratuvar düzeyindeki çalışmalar yapılıyor ama ondan sonra asıl klinik çalışmalar başlayacak ki, o aşı insanlara yapıldığında güvenli sonuçlar alınabilsin, bir yan etki oluşturuyor mu anlaşılsın.
Çeşitli yollarla bazı adımlar yine hızlandırılmıştır ama ben yine de bir yıldan önce bir aşı olacağını sanmıyorum.
İsrail’de bir merkezin aşı geliştirmenin eşiğinde olduğu yolunda açıklamaları daha ciddi yayınlara da yansıyordu. Ama onlar da aslında testlere başlayacaklarını söylüyorlardı?
Asıl klinik çalışmalara şimdi başlayacaklar demek bu. İnsanların kolundan iğne yapılacak ve ne olduğu görülecek. Yeterli insana yapılacak, bu yüzlerce insan demek. Onlarda da alınan sonuca bakılacak.
Olsa olsa, aşı geliştirmede bu tür acil durumlarda şöyle bir yaklaşım olabilir.
Normalde bir ilaç – örneğin bir ağrı kesici – geliştirirken binlerce insana uygulayıp, her birini ilacın etkinliği ve güvenliliği açısından uzun bir süre (örneğin 6 ay) izlemek gerekirken, bu durumda aşıyı yüzlerce insana uygulayıp, kısa bir süre (bir ay kadar) sonra kanda ne düzeyde bağışıklık oluşturduğuna (antikor düzeyine) bakmakla yetinilebilir. Bu süre içinde bir yan etkisi olup olmadığına da bakılabilir.
Sonuçta olumsuz bir durumun olmadığından emin olmak gerekiyor ve bütün bunlar zaman alır. Klinik uygulama öncesindeki aşamada yapay zeka kullanımı gibi ileri tekniklerle en uygun aşı bileşeninin hızlı bir şekilde bulunması mümkün olabiliyor ama sonraki klinik araştırma aşaması daha uzun zaman alıyor.
Salgın tarafına dönük bir şey sormak istiyorum. Buradaki sağlık hizmetinin ikili bir tarafı var. Bir tanesi yayılmayı önlemek, bir tanesi de hastalanmış kişilerin tedavisi. Yani hastalığın yayılmasını önlemek için örneğin evinize gidin ve evinizde ölün denilebilir, bu hastalığın yayılması için yararlı olabilir ama iyileştirme, hastaları sağaltma, yarattığı hasarları giderme konusunda bir şey yapmamış olursunuz.
Şu ana kadar ülkemizde ilk konuda bir olumlu manzara var. Yani bize gelmesini en azından görünüşte uzun süre önlemiş durumdayız. Bu konuda bakanlığı öven çok kimse var. Alınan önlemlerle, sınır kapılarında yapılanlarla vs. hastalığın bize gelmesini geciktirdik deniliyor. Siz de burada bir başarı görüyor musunuz?
Burada başarılı olduğumuz konusunda hemfikirim. Tabii aslında başka olgular oldu ve biz bunları bilmiyor olabiliriz.
Yani aslında belki bunu konuşmak için de erken?
Tabii. Biraz önümüzdeki dönemde belli olacak. Yani İtalya’nın yaşadığını aynen yaşayacak mıyız? Yaşamamamız için bir neden yok gibi görünüyor şu anda. Bundan sonra anlaşılacak.
Evet, şimdiye kadar çok geriden geliyor bizde ama tanı koymayla ilgili sorunlar nedeniyle başka hastalar da olmuş, ama onlar fark edilmemiş olabilir, bu mümkün. Ama gerçek yaşamda, birkaç gün öncesine dek böyle bir virus enfeksiyonuna yakalanmış, ağır durumda hastalarla karşılaşmadık. Dolayısıyla, gözden kaçmış önemli bir sorun olmadığını düşünüyorum.
Görüştüğümüz hekimler, bütün potansiyel vakaları biz aynı şekilde ele almamış olabiliriz diyorlardı. Yani yurt dışı bağlantısı olmayanları teste göndermiyorduk. Şimdi burada atlanmış vakaların olmadığını söylemek için erken midir?
Öyle diyebiliriz. Çin’deki duruma baktığımızda salgının ilk başlarında bu canlı hayvan pazarıyla teması olan insanlardı ilk vakalar. Fakat daha sonra böyle bir teması olmayan insanlar gelmeye başladı.
Türkiye için de şunu söyleyebilirim, kişisel olarak, birkaç hafta önce o virüsle enfekte olmuş insanlarla ya da belirlenmiş ülkelerle temas etmiş olmak artık bir tanı kriteri olmaktan çıkarılmalı, artık bizim atipik pnömoni dediğimiz, yani tipik olmayan zatürre bulgularıyla gelen insanlardan da (temas öyküsü olup olmamasına bakmadan) tanı için test istenmeli diye düşünüyordum, söylüyordum, o aşamada Bakanlık bunu yapmadı. Ama eşzamanlı olarak Dünya Sağlık Örgütü de aynı kriterleri kullanıyordu, yani muhtemelen bakanlık da onların yaptığını yapıyordu, onların kararlarını takip ediyordu.
Şimdiye kadar alınan önlemlerin farklı cepheleri var. İçişleri Bakanlığı’na, sınır kapılarına kadar giden cepheleri var.
Sağlık örgütlenmesindeki unsurları hakkında, mesela bir bilim kurulu oluşturuldu, buradaki çabalarla ilgili gözlem ve değerlendirmeleriniz var mı?
Şöyle, biraz paradoksal bir yaklaşımları var. Bilim Kurulu’ ndaki insanlar ülkemizde görev yapan çok yetkin, çok bilgili ve nitelikli öğretim üyeleri, uzmanlar. Her biri için çok olumlu şeyler söyleyebilirim. Kurulun çalışmaları da, yani düzenli olarak toplanması, bu konuyla ilgili sürekli güncel kararlar almaları…çok doğru bir şekilde çalıştılar. Ancal buna karşılık, önemli bir sorun, tanının sadece Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü referans laboratuvarlarında konuluyor olması… Yani bu ülkenin çok nitelikli tıp fakülteleri var, buralarda çok deneyimli mikrobiyoloji anabilim dalları ve mikrobiyolog uzmanlar var. Ben sadece kendi laboratuvarlarımda bakacağım demek bana doğru gelmiyor. Şimdiye kadar tek bir merkezde yapıldı. Halk Sağlığı laboratuvarlarının çok iyi olduğunu, çok yetkin insanlarla çalıştığını biliyorum ama…
Sayıner bu noktada kendi çalıştığı hastanede daha önce yaşadığı bir deneyimi anlatıyor. Hastadan alınan örnekleri başka bir semtte bulunan Halk Sağlığı laboratuvarına hasta yakını ile göndermek zorunda olduklarını, özellikle şehir dışından gelen hasta yakınları için bunun kolay olmadığını, zaman aldığını belirtiyor. Tanının yalnızca birkaç şehirdeki az sayıdaki laboratuvarda yapılması kaçınılmaz olarak tanı konma süresinin uzamasına yol açıyor. Testi kendisi yalnızca birkaç saat içinde sonuçlanırken, alınan örneğin merkeze ulaştırılması çok daha uzun bir süre alıyor. Toplam süre uzayınca, sonucun alınması ertesi güne ya da, örnek Cuma günü alındıysa hafta başına sarkabiliyor. Bu da şüpheli hastanın bu kadar uzun sürelerde izolasyonda kalması, yanına başka hasta yatırılamaması, sağlık personelinin izolasyon kuralları gereği daha uzun zaman ayırması vb anlamına geliyor. Hastayla ilgili tanı henüz kesinleşmediği için aslında KOVİD-19 teşhisi konulmuş gibi davranılması, yalıtılması, hastanede gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Tanı süresi ulaşım da eklenerek uzadığında zaten sıkıntılar yaşayan hastanelerin yükü artıyor.
Sayıner şöyle devam ediyor:
Ben aynı örneği kendi mikrobiyoloji laboratuvarıma da gönderdim. KOVİD için bakamıyoruz ama influenza gibi başka bir solunum virüsü de olabilirdi, bulguları net olarak ayırt etmek mümkün olmuyor. Üç saat sonra bana laboratuvardan telefon ettiler, başka virüs yok diye. Tanıyı ben yapabilseydim daha kısa sürede hastayla ilgili yapacaklarımı yapabilirdim.
Şu anki uygulamada şüpheli hastadan alınan örnek aynı kentte bir referans laboratuvarı yoksa İl Sağlık Müdürlüğü’ne gönderiliyor. Buradan Halk Sağlığı’nın referans laboratuvarlarına ulaştırılıyor. İl Sağlık Müdürlüğü burada otobüse vermek ya da posta çıkarmak gibi yollarla örnekleri taşıyor. Bu da aslında hem süreyi uzatıyor hem de testlerin çok da fazla olmadığını öğrendiğimiz maliyetine bir lojistik masrafı ekliyor.
Şu ana kadar çalışmanın merkezinde önünü alma vardı. Gerekiyorsa sınırları kapatma, şüpheli vakalarda hızlıca tanı testlerini yapma, izolasyon uygulamaları vs. Virüs Türkiye’ye geldi ama henüz bir salgından söz etmiyoruz.
Öte yandan bu olduğunda, yani henüz çok az görülmüş salgın hastalığın yayıldığı koşullarda sağlık hizmetinin niteliği değişecek. Yayılmayı önlemek için gerekli önlemleri alma işi hastaların akın ettiği koşullarda sürdürülecek.
Sayıner’e önceki dönemde “başarılı” olduğu söylenebilen sağlık organizasyonunun bununla ilgili bir hazırlığı olup olmadığını sorduk. Bu konuda bir değerlendirme yapmak için yeterli verilere sahip olmadığını söyleyen Sayıner şöyle konuştu: “Yani ne kadar planlanmıştır bazı şeyler, bunu bilemiyorum. Sadece örneğin İzmir’de iki tane hastane bu hastalığın yönlendirildiği hastane olarak bulunmakta. Muhtemelen yine mesela bizim hastanede bir servis sadece bu hastalık için ayrılmış durumda. Bunlar yeterli olur mu bilmiyorum. Örneğin, hastalardan örnek almak için malzeme bulmakta, kuşkulu hastaları izole etmek için yeterli yatak ayırmakta, ağır hastalar için yeterli yoğun bakım yatağı ve ekipmanı bulmakta sıkıntı yaşamamak gerekiyor.”