VECİHİ HÜRKUŞ ve AĞUSTOS
01 AĞUSTOS
1922 “Samsun’a getirilen tayyarelerin teslim alınmasına memur edildiğimi yazmışım. Demek her hususta aziz kumandanlarımızın inanç ve teveccühlerini kazanmıştım. İyi hizmet ve başarılarla topladığım bu takdirler hayatımın şerefli hatıraları olduğu kadar, bundan doğan sevinçle yeni vazifelerime doğru koşuyordum. 1 Ağustos’ta Samsun’a yola çıkmıştık. Fakat harekâtın umumi halini iyi bildiğimiz için, bu seyahati imkân derecesinde kısaltmaya çalışıyorduk. Uzun ve yorucu bir otomobil seyahatine rağmen hiçbir yorgunluğa bakmadan ve istirahat ihtiyacı duymadan derhal tayyareleri hazırlamağa başladık. NOT: Almanya’dan alınan 20 Adet Albatros C-XV modeli önce Rusya’ya ulaştı. Oradan da gemiye yüklenerek Samsun’a getirildi. Uçar durumda sadece 2 uçak vardı. Cepheye uçarak getirilen bir uçak inerken kabotaj yaptı, kullanılamaz hale geldi…”
1926 “01 Ağustos 1926, temsili uçuş programının tatbik edileceği gündü, hazırlıklarımız tamam, samimi mütalaamın istihfaf edilişi belki de bana bir irade hâkimiyeti hissini kazandırmıştı. Eskişehir hava üssünde, Genelkurmay Başkanı’mız muhterem merhum Mareşalimiz başta olmak üzere yüksek kumandanlar hazır ve bütün havacı arkadaşlar jüri komitesinin etrafını sarmış bulunuyorlardı. Meydanda iki tayyare: Birini, Nieuport’u, eski arkadaşlarımdan öğretmen pilot Hayrettin Öcal idare edecek, ikinci uçak Ju A-35’i ben idare edeceğim, ayrıca rasıt olarak tayyarenin uçuş vasıflarını, harekât ve özelliklerini havada, hava kuvvetleri adına resmen tetkike memur edilen ve aslen talebem olan kurmay Yüzbaşı Ferruh Bey ile birlikte uçacağız. İki pilot ve bir rasıt üç arkadaş jüri komitesinden talimatımızı aldık, uçaklarımıza yerleştik, motorlar çalıştı. Döndüm arkadaşımın durumuna baktım, o da kemerlerini iyi bağlamıştı. Tamam, işaretini verdikten sonra Hayrettin batıya, biz de doğuya yükselmeye başladık. Talimata göre biz, düşman uçağı rolünde hava meydanına taarruz edeceğiz, Hayrettin meydanı savunma ile görevli, bizim tahrip emelimize mani olacak. Biz gerekli irtifayı aldıktan sonra Muttalip köyü üzerinden meydana döndük, birinci atağa giriyoruz. Meydanı korumaya memur uçak, gerek motör takati ve gerek sürati tesiri olacak hayli irtifa almış ve meydandan hayli uzaklaşmıştı. Ben bu durumu fırsat sayarak hemen taarruz planını tatbike geçtim, meydan üzerine vardığımızda henüz Nieuport uzakta olduğu için ilk hamlenin olumlu notunu kazanmıştım. Ferruh Şahinbaş, 1923 yılında teğmen olarak pilot olmak üzere son talebelerim arasında yer almıştı. Güzel ahlak ve üstün zekâ sahibi bir gençti. Bu meziyeti ile Türk havacılığında değerli bir eleman yetişmişti. Kurmay tahsilini başarı ile kazanmış hava kuvvetlerinde yarbaylığa yükselmişti. Havacılıktaki pilotaj ve idaredeki otoriter evsafı dikkati çekmişti. Hava kuvvetlerinden istifa ile ayrıldıktan sonra 1933 yılında Devlet Hava Yollarında 8 senelik hizmeti sırasında, medeni cesareti ve hamleleri ile kazandığı büyük başarılar kazanmıştı.)
Hayrettin, görevine yetişti ve bize hücuma geçti, ben derhal gerçek hava savaşlarında kuvvetli hasım karşısında kullandığım taktiği tatbik ederek hasımın hücumunu, daha hâttâ ateş imkânı doğmadan geçiştirmiştim. Hayrettin’in hücumu yan ateşi halinde idi, bu halde isabet ihtimali çok azdır ve hasım manevralarına müsait imkânlar hazırlar. Nitekim ölüm açısından çıkar çıkmaz keskin bir dönüşle Nieuport’un altına daldım. O bizi görmüyor, tekrar yükselmek için çıkış halinde uçuyordu. Bu halde süratlerimiz de tevazün oldu bu suretle av uçağı bir müddet rasıtımın ateş tesiri altında kalmıştı. Bu tatbikat şekli gerçek bir harp olsaydı, Sakarya muharebesinde Haymana üzerinde bir Yunan uçağı ile yaptığımız hava savaşının sonucu gibi Nieuport uçağı da muhakkak düşmüş olurdu. Yirmi dakika kadar devam eden bu temsili hava savaşında bütün hücumlar hemen aynı şekilde devam etmiş ve idaremdeki uçağın manyabilite vasıfları sayesinde durum hep Nieuport aleyhine tecelli etmişti. Nihayet yerden verilen tamam işaretini gördükten sonra, bu güzel başarı şerefine ve değerli talebem Ferruh’un isteği üzerine başladığım akrobasi hareketleriyle havacı arkadaşlarıma ve seçkin misafirlere, uçağımın akrobatik özelliklerini dile getiren bir hava ziyafeti vermiştim. Her havacının görüş ve anlayışına göre türlü teviller halinde tefsirlere uğrayan bu temsili savaş uçuşu neticesi Ju A-35 uçağım lehine % 100 tam notla değerlendirilmiş ve fakat milli duygu bakımından dikkate değer şöyle bir mütalaa ortaya atılmış: “Ama Junkers tayyaresini Vecihi idare etti !” Jüri komitesi şefi Albay Muzaffer Bey’in bu garip itirazı diğer jüri üyeleri tarafından soğuk karşılanmış ve komitede Junkers firması adına hazır bulunan TOMTAŞ genel direktörü de kendisine yapılan tercümeyi müteakip itiraz konusu beyanı şu cümlelerle cevaplandırmış: “Muhterem albayın ifadesini yerinde bir söz bulmadığımı özür dileyerek söylemek isterim. Vecihi Bey Alman değildir. Türk havacıları arasında tanınan kudretli bir pilottur. Milyonlarca Türk arasında elbette Vecihi Bey gibi değerli elemanlar çoktur. Alman pilotları arasında da böyle değerler mevcut olduğu halde bunları bulmak kolay olmuyor. Türk havacılığı idarecileri takdir ederlerse aranan elemanlar daha kolaylıkla bulunur.” Komite arasında geçen bu konuşmayı işittiğim zaman ve özellikle bir yabancı tarafından böyle karşı bir ifadenin çıkmış olması beni çok üzmüştü. Ama idarede bu gibi tutumlara alıştığım için boş vermiştim. Program tatbikatı son bulduktan sonra, günün başarısı şerefine tertip edilen özel bir toplantıda o geceyi birçok havacı arkadaşlarımızın iştirakı ile güzel bir salonda samimi bir hava ve neşe içinde geçirmiştik.”
02 AĞUSTOS
1925 2 Ağustos 1925’te Fransa’ya geldik. Burada da çok iyi karşılandık. 1923 senesinde askeri bir heyetle yaptığımız tetkik seyahatine göre büyük değişiklikler olmuştu. Hemen her fabrikada gözlerimizden kaçmayan yenilikler ve tayyarelerde zengin gelişmeler vardı. Aero Kulüp’ten, tayyare fabrikalarından davetler yağıyordu. İki sene önceki gezinin iyi bir tesir bırakmış olduğu açıkça beliriyordu. Şimdi bütün Fransız tayyare fabrikaları heyetimiz şerefine gösterilerde bulunarak tayyarelerini her bakımdan tecrübelerimize bırakıyorlardı. İlk seyahatimizde ancak bir kaç fabrikanın tayyarelerini tecrübe edebilmiştim. Bu defa ise hemen her fabrikanın her tip tayyaresini tecrübe ve tetkik etmek fırsatını buluyordum. Bu fırsatlarla yaptığım uçuşlarım, Türk tayyareciliği hakkında Fransız gazetelerinde çok takdir edici yazıların çıkmasına neden oldu…”
06 AĞUSTOS
1954 Vecihi Hürkuş’un 40. hizmet yılını kutlamak için 6 Ağustos 1954’te Yeşilköy Hava limanı salonlarında “Türk Havacılar Bayramı” adı ile bir jübile yapılmıştır.
07 AĞUSTOS
1954 Orgeneral Nurettin Baransel’den Bir Mektup; “Orgeneral Nurettin Baransel Ankara, 7 Ağustos 1954 Kanatlılar Cemiyeti Başkanlığı’na İstanbul Nazik davetinizi memnuniyetle aldım. Türk Havacılığına ömrünü vakfederek cidden büyük ve müstesna hizmetlerde bulunan, Kurtuluş Savaşının namdar hava kahramanı, Türk ordusu havacılarının örnek ve önderi, Türk gençliğinin havacılık ruh ve feragatinde kaynak ve sembol olan kıymetli ve bütün meslek hayatınca genç Vecihi Hürkuş’un kırkıncı hizmet yılı jübilesinde bulunmak benim için bahtiyarlık teşkil eder. Ancak; Ankara’dan ayrılmaklığıma imkân vermeyen meşguliyetim dolayısiyle bilzarur bu davete icabet edemiyorum. Bununla beraber, Sayın Vecihi Hürkuş’a ve onu sevenlere karşı hayranlık ve kalbi rabıtalarım daimidir. Böylece Havacılar Bayramı’nda sizlerle beraberim. Cıvanmerdane bir gayret ve fedakârlıkla imrar* edilmiş şerefli bir meslek hayatının kırkıncı yılını huzur ve gurur ile idrak eyleyen büyük havacımızı muhabbetle kucaklar, millet ve memleket yolunda ender insana nasip olan üstün kıymetini ve dünya ölçüsünde haiz bulunduğu şöhretini heyecanla selamlarım. Ayrıca; yüksek bilgisi ile bana pilotaj hocalığı yapmış olan, hava yolu ile vaki birçok seyyahatimde çok ağır şartlara rağmen üstün kudretini ibraz ve Türk Havacılığının yüksek seviye ve olgunluğunu temsil ve ispat eyleyen kıymetli havacı arkadaşım Hayri Öcal’a da sevgilerimi iblağa tavassutunuzu istirham eder, Havacılar Bayramını en hararetli hislerimle kutlarım. Em. H. M. Org. ” * İmrar: Geçirme.
09 AĞUSTOS
1921 “O zamanın vasıta imkânları yüzünden, bu seyahat 9 Ağustos tarihine kadar devam etmiş ve akşam geç vakit Muğla’ya gelebilmiştik. Tayyareyi görmek için büyük sabırsızlık içinde bulunuyordum. Bizden evvel tayyarenin hazırlığı için gönderilmiş bulunan makinist Eşref Bey bizi karşıladı ve tayyare hakkında lazım gelen malumatı verdi. Sonra da benim ısrarım üzerine tayyareyi ve hazırlık şeklini gösterdi. Tayyare Havilland sistemi İngiliz yapışı güzel ve yeni bir keşif tayyaresiydi. Bu tayyare ihtimal Yunanistan’dan, İzmir’e inmek üzere uçmuş ve yolda istikametini şaşırarak Kuşadası mevkiine inmiş. Orada bulunan Jandarma Kumandanlığı derhal tayyareye elkoymuş, sonra İtalyanlar müdahale etmişler. Hatta bu yüzden küçük bir münakaşa çıkmış ise de, İtalyanlar bir arabulmak (!) maksadıyla, tayyareyi siz ve tayyarecileri de biz alalım diyerek hadiseyi örtmek istemişler. Bu teklif muhafızlarımızca da muvafık görülerek süratle anlaşılmış, bizimkiler de keyfiyeti Ankara’ya telgrafla bildirmişler. Bu suretle tayyare, Ankara’nın emri üzerine sökülmüş ve Muğla’ya nakledilmiş. Fakat gerek bu sökme işi ve gerek nakil işi ancak orada mevcut imkânlar dâhilinde vuku bulmuş ki, bunun neticesinde tayyare aksamı bir hayli harap olmuştu. İşte bizim çalışmamız, bu noksanları telafi ederek, tayyareyi uçar hale getirmekti.”
Havacılık Tarihinde Türkler C:2 s:72;
“Kuşadası bilindiği gibi İtalyan işgali altında idi. Ancak Türk Jandarması bölgenin asayişinden sorumlu tutuluyordu. Yunan uçağı ve mürettebatı jandarma tarafından ele geçirilmişti. İtalyan İşgal Komutanlığı uçak ve mürettebatın kendisine verilmesini istiyordu. Türk Jandarma Birliği Komutanı derhal kabul etti. Mürettebatı İtalyanlara verdi. Uçağın gece muhafazasını biz yaparız, yarın alırsınız dedi. O gece emrindeki erler ve halkın yardımı ile uçak Türk bölgesine geçirildi ve sökülerek Muğla’ya getirilmişti. Bu uçağı cepheye getirmek için Sivil Pilot Vecihi ve Rasıt Teğmen Hamdi Çaypınar önderliğinde bir ekip 27 Temmuz 1921 günü Muğla’ya hareket etti, ancak 9 Ağustos’ta Muğla’ya varabildi.”
Türk Havacılık Tarihi C:4 s:108;
“Sakarya Muharebesinden evvel Yunanlıların (Dö Havilland.9) tipinde iki kişilik bir keşif tayyaresi yolunu şaşırarak (Muğla) civarına mecburi iniş yapmış ve ufak bir hasar ile tekrar tayyare tekrar işe yarar bir halde iken elimize geçmiştir. Bu tayyarenin yerinde tamiri ve uçurularak bölük karargâhına getirilmesi için bölükten sivil pilot Vecihi Hürkuş ile baş makinist Eşref Koşman Muğla’ya gönderilmiştir. On gün içinde tayyare tamir edilerek 23 Ağustos 1921 günü uçurulmuş ve aldıkları emir gereğince evvela Ankara’ya inmiş ve ertesi günü Ankara’dan tekrar uçarak Malıköy’üne bölük karargâhına vasıl olmuştur. Gayet yeni ve sağlam bir durumda bulunan bu tayyareye (İsmet) adı verildi. Tabii ki bu tayyarenin de hiçbir yedek parçası mevcut değildi. Fakat buna rağmen 2. Tayyare bölüğünde uzun müddet çalışmış ve Garp cephesi komutanlığına çok mühim ve faydalı keşif uçuşları sağlamıştır.”
10 AĞUSTOS
1920 “Sabah erkenden azimli bir gayretle işe başlamıştık İşin gidişinden ziyade tesadüf ettiğimiz müşkülat burada da malzeme meselesi idi. Aradığımızı değil, bulduğumuzu uyduruyorduk. Eşref’in zekâsı bu hazırlıkta çok güzel muvaffak oluyordu. Biraz daha meydana gelen tayyare çok cana yakın bir hal almaya başlamıştı ki, bu tayyareye Allah korusun dileğiyle “İsmet” adını ben koymuş ve yurdumun örfüne uyarak tellerine koca bir mavi boncuk da bağlamıştım.”
15 AĞUSTOS
1920 İSTİKLÂL SAVAŞI’NIN İLK HAVA ZAFERİ…
“Bugün için 23. Fırka Kumandanımız İzzettin Bey (Orgeneral İzzettin Çalışlar), Kula ve Alaşehir civarının keşfini emretmişti. Eğer arkadaşlarımın tayyarelerinde küçük arızalar olmasaydı, bu vazifeyi üç tayyarelik küçük filomuzla müştereken yapacaktık. Fakat bir aksilik bu ilk uçuş şerefini bana nasip etmişti. Saat 08.00, güzel bir yaz sabahı, elimde haritam, çizdiğim rotalar üzerindeydim. Tayyareme ve iki makineli tüfeğime büyük inancım vardı. Ağır iki bombama yakışan bir hedef aramakla meşgul olarak uçuyordum. Yarım saat sonra vardığım güzel Kula, derin bir ıssızlık içindeydi. Birkaç turla burayı taradıktan sonra, güney üzerinden batıya döndüm, önümde büyük Alaşehir ovası açılmıştı. Yurdumun bu güzel parçası düşman işgali altında idi. Köylere yerleşmiş dağınık bir halde bulunan küçük kuvvetleri mütemadiyen not etmekle meşguldüm. Gözlerime bazı karargâhlar tesadüf ediyorsa da, ben daha kesif bir hedef arıyordum. Alaşehir civarı bir hayli kalabalıktı. Fakat dağınık bir halde küçük küçük çadırlı ordugâhlardı. Halktan hemen hiç kimse görünmüyordu. Esasen düşman içinde, mevcudun büyük bir kısmı yuvalarım terk ederek dağlara çıkmışlar, ihtiyarlarla kadınlar ve çocuklar, işgal mıntıkasından uzak köy ve kasabalara hicret etmişlerdi. Kalanlar şüphesiz pek ve pek zavallı kimselerdi. Bunlar da herhangi bir hakarete maruz kalmamak için damlarından dışarı çıkmıyorlardı. Bu sebeple Alaşehir sessiz ve kimsesiz kalmıştı. Daha uzaktan tetkikiyle meşgul olduğum Alaşehir’in umumi durumunu tespit ettikten sonra, istasyon mevkiine döndüm. İstasyon çok kalabalıktı. Herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek için, bu kalabalığı daha iyi görmek üzere, yüksekliği 600 metreye kadar indirdim. O zaman her şeyi çok iyi görüyordum. Bu kalabalık düşman kuvveti idi. İstasyona yeni bir tren gelmiş, bir tabur kadar olan kuvveti yeni indirmişti. Türklerin henüz tayyareleri bulunduğundan haberleri olmayan düşman askerleri, belki kendi tayyareleri sandıklarından vaziyetlerinde en küçük bir değişiklik bile olmamıştı. Bu güzel vaziyeti kaçırmadan birinci bombamı bıraktım. Kısa bir zaman sonra bu kesafet içinden yükselen bir infilak dumanı, bana tam bir isabet zevki vermişti. Bu şart altında ikinci bombayı da aynı isabetle hedefe yollamıştım. Bu ani baskın mahiyetindeki hücum düşmanı çılgın bir şaşkınlığa düşürmüştü. Ben de bu şaşkınlıktan istifade edip hemen tayyaremi verile vererek, ani bir sukut rolüyle yüksekliği elli metreye kadar düşürmüş ve hedeflerimi teşhis edecek bir halde, hâkim bir görüşle makineli tüfeklerimi boşaltmaya başlamıştım. Düşman cüretinin cezasını çekiyordu. Bu hücumlarımla ben onlara o kadar yakındım ki, heyecan ve korku içinde kaçmaya yeltenenlerin birbirlerine çarptıklarını, isabet alanların yuvarlandıklarım ve tek bir düşman neferinin bile tüfeğini kullanmaya muktedir olamadığını görüyordum. Bu suretle elime geçen bu ilk fırsatı, istediğim gibi yurdumun ve milletimin intikamı hesabına yakıcı bir kudretle kullandıktan sonra zafer neşesiyle üssüme döndüm. İndiğim zaman etrafımı saran arkadaşlarım, ilk vazifenin intibaını büyük bir sabırsızlıkla sormuşlardı. Ben de onlara yakaladığım fırsatı ve hücumlarımın şekillerini anlatmıştım. Bu arada karargâhımıza kadar gelmek zahmetine katlanan muhterem kumandanımıza da raporumu hazırlamadan evvel, gördüklerimi ve yaptıklarımı arz etmiştim. İstiklal Savaşı havacılığı, mukaddes vazifesi bu güzel ve şerefli başarı ile başlamıştı.
Bunu takip eden müteselsil vazifeler, adeta arkadaşlar arasında kapışılır gibi zevkle yapılıyordu.
Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt:2 s: 51;
Kartal Müfrezesi (2. Bölük) harp görevine Sivil pilot Vecihi’nin 15 Ağustos’ta Kula-Alaşehir yöresini keşfiyle başladı. Vecihi kısa süre içinde, 13 sorti daha yaparak 20 saatlik savaş harp uçuşunu tamamladı. Alaşehir, Elvanlar, Demirci, Simav bölgeleri havadan keşfedildi. Demirci bölgesindeki muharebelerde alçaktan uçuşlar ile düşmana makineli tüfek ile taarruz edildi.
Türk Hava Kuvvetleri Uçak Albümü S: 53-54:
Pfalz D.III uçağı, tek kişilik av uçağıdır. Envantere giren 4 Pfalz D.III uçağı Alman Paşa Bölüklerinden kalmış ve bir tanesi İstiklal Savaşı Türk Havacılığının doğuş yeri olarak kabul edilen Konya Tayyare İstasyonunda tamiri yapılarak Kurtuluş Savaşında görev almıştır. Plt. Astsb. Vecihi (Hürkuş) tarafından Pfalz BçIII uçağı ile 15 Ağustos 1920 tarihinde Kurtuluş Savaşı’nın ilk hava görevi İcra edilmiştir. Pfalz D.III uçağı 10 Ağustos 1921 tarihinde çıktığı görev uçuşu sırasında motorundan isabet almış ve iki cephe arasına zorunlu iniş yapmıştır. Pfalz D.III uçağı, düşman eline geçmemesi için Plt. Astsb. Vecihi (Hürkuş) tarafından yakılmıştır.”
19 AĞUSTOS
1921 “19 Ağustos 1921 İsmet’in ilk yükseldiği gündü. Uzun süren hazırlığı tamam olan tayyarenin motörünü son bir defa daha Eşref prova ederken, ben de bu güzel tayyareyi uzaktan zevkle temaşa ediyordum. Tecrübeden sonra makinistim bana her şeyin tamam olduğunu söyledi. Tayyareye atladım. Eşref’i de yanıma aldım. Bu benim itiyadım hilafına bir hareketti. Çünkü ben bilhassa yeni bir tip tayyareyi ilk defa tecrübe ederken, daima yalnız uçar ve yanıma hiç kimseyi almazdım. Fakat bu tayyarenin duygularımda açtığı sempati çok derindi ve bu mükemmel vasıtaya çok inanıyordum. Esasen bu tayyareye İsmet adını da bu sempati duygusuyla koymuştum. Tayyare kısa bir rule ile yerden ayrıldı. Sakin ve olgun bir uçuşla yükseliyordu. İtiraf edeyim ki, o zamana kadar uçtuğum ve tecrübelerim yaptığım pek çok tip tayyareler içinde, bu kadar ilmi istikrar bulduğum başka bir tayyareye tesadüf etmemiştim. Uzun tecrübeye ihtiyaç yoktu. Esasen benzin mevcudumuz da azdı. Tecrübemizi bitirerek yere indik. Ordu’ya sağlam bir tayyare kazandırmış olmaktan derin bir zevk hissettik.”
Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt: 2 s:72;
“10–12 gün içinde tamiratı tamamlanan uçak, Pilot Vecihi tarafından 19 Ağustos’ta Akşehir’e 23 Ağustos’ta Ankara’ya uçarak getirildi.”
20 AĞUSTOS
1920 “İstiklal Savaşı havacılığı, mukaddes vazifesi bu güzel ve şerefli başarı ile başlamıştı. Bunu takip eden müteselsil vazifeler, adeta arkadaşlar arasında kapışılır gibi zevkle yapılıyordu.
20 Ağustos 1920:
Yeni bir emirle iki tayyare ile Simav ve civarının keşfi istenmişti. Halil ve ben kendi tayyarelerimizde ve yüksek bir neşe içinde bu emrin infazına havalanmıştık. Uşak’tan itibaren müteselsil arızalarla dolu bir zemin üzerinde uçuyorduk. Vadiler, sarp dağlar parça parça ormanlarla süslenmiş bir tabiat parçası, asırların bıraktığı izler, hadiselerin oyduğu derinlikler ve çizgiler, ne güzel görünüyordu. 90 kilometre uzanan yolumuzun nihayeti demek olan Simav vadisini değişen her irtifada ve her maden unsurunun belirdiği mıntıkada başka başka renkler ve hususiyetler gösteriyordu. İrtifamız hayli yüksekti. Altımızdaki Simav gölü küçük bir su birikintisi halinde bu manzaraya başka bir güzellik veriyordu. Artık arkadaşımızla aramız açılmıştı. Birbirimizden uzak mesafelerde, daha derin ve daha şumullü olarak araziyi tarıyorduk. Düşmandan eser yoktu. Biz, batıya doğru uzanan bir vadide çok aşağılara kadar inmiştik. Fakat yine bir şey görememiştik. Yanlarımızdaki bombaları sarfedecek hedef bulamıyorduk. Bize verilen keşif mıntıkasını hayli aşmış, yine bir hedef görememiştik. İhtimal seyyar bir halde bulunan kuvvetler, kesif ormanlara sığınmışlardı. Bu mevkileri de iyice taradıktan ve şüphelendiğim noktalar üzerine makineli tüfeklerimle ateş ettikten sonra, dönmüştüm. Arkadaşım da daha başka bir mıntıkayı tarayarak dönüyordu. Bir müddet uçuş yaptıktan sonra Yenice köyü mıntıkası üzerine geldiğim zaman civarda bir Alaylık çadırlı ordugâh görmüştüm. Boz renkli çadırlardan müteşekkil bu ordugâha da güzel isabetlerle tahribat yaparak avdete başlamıştık. O günkü uçuşlarda neşemizi gerektiren bir hadise yoktu. Bombaladığım ordugâh bile bir ölü sükûtu içinde idi. Yere indik, raporlarımızı verdik, aradan bir saat geçmemişti ki, fırkamızın istediği yeni bir vazife, Kuvai Seyyare kumandanlığının telgrafını da ilave etmişti. Telgraf meali şöyleydi: Birinci maddesi: Bu gün iki düşman tayyaresi Simav vadisi üzerinde uzun uzun dolaştıktan sonra, dün akşam düşmandan elde ettiğimiz bir alaylık çadırlı ordugâh üzerine iki bomba atmıştır. Mezkûr çadırlar tarafımızdan işgal edilmediği için insanca telefat olmamıştır. İkinci maddesi: Bu harekete mukabil tayyarelerimizin de mukabelei bilmisil yapması dileğiyle… Bu telgraf bana soğuk bir duş tesiri yapmıştı. Gerçi zayiat olmaması bir teselli idi ama vazifeyi isteyen Kuvai Seyyare kumandanlığı bu vaziyetin değişikliğini de bildirmesi ordunun menfaati ve teamülü icabı idi. Birincisi bu yanlışlık, ikincisi de bu mıntıka üzerinde çok işlemiş bulunduğum için bu iki vazifenin de tarafımdan yapılmasını filo kumandanıma teklif ettim. Aynı gün saat 18.00’de yine tam hamule ile yerden ayrılmıştım, uçuşumda bir de kin vardı. Öğleden evvel boşa giden bombalarımın zararını telafi etmek istiyordum. Kırk dakika sonra Demirci üzerine varmıştım. O günlerde harekât bu mıntıkaya yüklenmişti, Kuvai Seyyaremizle Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışmalar bu mıntıkada tekâsüf etmişti. Demirci’nin güneyinde bir fırka karargâhını ve kuzey doğusunda de istirahat halinde bir alay kuvvetini yakalamıştım. İrtifaım çok az idi. Bu vaziyetten istifade ederek, düşmanın ihtiyatı olan bu kuvvetin üzerine saldırdım. Birbirini takip eden iki bomba çok güzel isabetlerle bu kuvveti sarsmış ve perişan bir halde dağıtmıştı. Bu esnada beni ateş altına alan bir topçuyu kendi ateşi ile çok iyi görmüştüm. Ona teveccüh gösteren tüfeklerim müessir bir huzme ile mukabele etti. Neşeli bir zafer içinde sırtlara sürünürcesine uçuyordum. İleri mevzilere yaklaştım, bunların kumanda mevkilerini buldum. Bütün fişeklerimi bana zevk veren muvaffakiyet halinde bu kuvvetlerin mütekâsif noktalarına saçıyordum. Bu taarruzumun düşman üzerinde yaptığı tesiri gururla görmüş ve yuvama şerefle dönmüştüm. Şimdi de arkadaşlarım, Kuvai Seyyare Kumandanlığından gelen bir telgraf yazısından şu neticeyi tevsik ediyorlardı. Telgraf: Geç vakit Demirci mıntıkasında uçan bir tayyaremiz, yere sürünürcesine, düşmana bomba ve makineli tüfek ateşi ile hücum ederek, birçok noktalarda toplananları dağıtmış ve aynı zamanda kıtalarımız maneviyatı üzerinde büyük bir tesir bırakmıştır. Bu harekât yarın tekrar edildiği takdirde, Demirci’nin ele geçirileceği mealinde idi. Bu telgraf üzerine fırka kumandanlığı yeni hücum emrini vermişti.”
1921 “Kızılay menfaatine mahalli teşkilatının tertip ettiği bir müsamereyi iyi bir randımanla başardık. Bu hayırlı kurum, halkın coşkun tezahürlerinden hâsıl olan yüksek bir teberru yekûnundan dolayı İsmet’e ve havacı arkadaşlarına teşekkür etti.”
“20 Ağustos 1931 tarihli Milliyet Gazetesinde intişar eden şu yazıyı mesleki sevgim ve sivil havacılığa verdiğim önem bakımından hatıralarım arasına almayı uygun görüyorum. Milliyet Gazetesi 20 Ağustos 1931 Hava postalarının nüvesi hazırlanıyor Vecihi Bey gelecek sene için altı tayyare imal edeceğini söylüyor “Memlekette hava postaları ihdası hakkında tayyareci Vecihi Bey’in Ankara’da posta müdüriyeti umumisi ile görüştüğü yazılmıştı. Vecihi Bey’in teklifi Ankara – Erzurum ve Ankara – İstanbul arasında posta nakliyatı ihdasını istihdaf etmektedir. Bu teklifin hudutu esasiyesi etrafında posta müdüriyeti umumiyesi ile anlaşmış gibidir. Ankara muhabirimiz bu mesele hakkında Vecihi Bey’le görüşmüştür. Vecihi Bey bu milli teşekkülün makamatı âliyece de tasvip edileceğine kani bulunduğunu söylemiştir. Türkiye’nin birbirinden çok uzak şehirleri arasında birçok tabii arızalardan dolayı nakliyat hatları pek mahdut bulunmakta ve bu yüzden en müsait mevsimlerde bile, muhaberat, münakalat ve bilhassa muhaberatı resmiye birçok müşkilata maruz kalmaktadır. Asrın en yüksek eseri ve beşeriyetin sürate olan ihtiyacını tatmin eden müessese tayyarecilik olduğuna göre, Türkiye’de de her memlekette olduğu gibi bu asri vasıtayı ihmal etmek gayri mümkündür. İtiraf etmeli ki tayyarecilik, bütün yeniliğine nazaran, bizde de aynı derece büyük bir zamana malik olduğu halde, henüz yaygınlaşmamış ve sivil bir teşekküle esas olamamıştır. Tayyareci Vecihi Bey diyor ki : Havai postalar ihdası suretiyle kendiliğinden meydana gelecek olan sivil tayyareciliğin memleketteki noksanı telafiye çalışmak idealimdir. Bu hususta kudretim nispetinde azami çalışacağım. Hattı teşkil edecek tayyareler doğrudan doğruya eserim olan Vecihi XIV tip tayyarelerdir. Malum olduğu üzere, ben bu tayyaremi imal ettikten sonra birçok uçuşlar yaptım. Tayyaremin imtihanını vermek üzere Çekoslovakya’ya gittim ve tayyaremi yeni bir tip olarak tam muvaffakiyetle kabul ettirdim. Bu muvaffakiyetimi müteakip Prag – İstanbul uçuşumla yurduma geldim ve Ankara’da uçuş faaliyetlerine başladım, bilindiği gibi kuzey, doğu ve orta Anadolu turnesinde halk gezisi uçuşları ile 5.000 kilometreyi aşan hava seyahatini başarı ile tamamladım. Pek yakında da güney – batı – Ege ve orta batı Anadolu propaganda uçuşlarımı yapacağım. Bütün bu başarılar 1932 senesinde açılışını tasarladığım hava hatları için teminattır. Bu maksat için yakında yeniden altı tayyare imaline başlıyacağım ve altı ay zarfında bunları imal edeceğim. Yeni tayyarelerimin, koyacağım motörlerin performansları daha yüksek olacaktır. 1932’de kullanılacak olan bu tayyarelerin seyahat süratleri 160 km. olacaktır. Bu sürat posta nakliyatı bakımından tatmin edicidir. Bu nakliyat servislerinde PTT idaresi emrine 120 kilogramlık kontenjan verilecektir. Bu hatlar üzerinde çalışacak tayyareler, kendi imalatımız tayyareler olacak ve tayyareciler de Türk pilotları olacaktır. 1933 senesi için düşüncelerimin mesnedi, 1932 senesi faaliyetimizin tatbik şeklidir. Çünkü yardım, muvaffakiyetin esasıdır. Bu himayeye mazhar olduğum takdirde 1933 senesi için diğer uzak vilayetlerimize de yeni hava hatları açılmasına çalışacağım. Ayrıca yolcu nakliyatı için kabineli tayyareler de yapacağım. Bu suretle havacılıkta açacağım çığırlarla İstanbul – Sofya hattını, İstanbul- Ankara hattı ile Halep – Bağdat hattına bağlamak en büyük arzumdur. Görülecektir ki, Türk bilgisi ve Türk azmi bu yolda da muvaffak olacaktır.”
21 AĞUSTOS
1920 “Sabah erken, Kahraman Fazıl ile birlikte iki tayyare yeni vazifemize gidiyorduk. Vazife akşamki harekâtın tekrarından ibaretti. Hususiyle iki tayyarenin tesiri, şüphesiz daha büyük olacaktı. Hareketimizden 45 dakika sonra hedeflerimiz üzerine varmıştık. Zeminde kızmış bir topçu düellosu görülüyordu. İki taraf da mütekâsif bir halde birbirlerine ölüm huzmeleri saçıyorlardı. Kasabanın üzerindeyken gördüğüm vaziyete göre, küçük bir değişiklik olmuş, kasaba şimalinde gördüğüm alay, yerinde bir tabur bırakarak, cepheye yanaşmış idi. Tabii bomba hücumlarımız bu kuvvet üzerinde toplandı ve şüphesiz bu kuvvete çok yakın bulunan topçular da hisselerini aldılar. Ben bombalarımı boşalttıktan sonra, daha serbest bir harekete geçtim. Arkadaşım topçu mevzilerini tararken, ben de sırtlara sürünürcesine cephe hattını siperlere muvazi bir ateş huzmesine alarak piyadeler üzerine ateş yağdırıyordum. Mermilerimizi bitirinceye kadar devam eden bu hareketlerimizin tesiri çok barizdi. Hücumlarımızın neticesinde taarruza geçen kıtalarımızın önünde perişan bir panik halinde kaçan düşmanı neşe ile seyrederek dönmüş ve karargâha indiğimizden biraz sonra, mahreci Demirci olan bir telgrafla Kuvai Seyyare Kumandanlığının teşekkürlerini almıştık. ”
21 Ağustos 1921 “Güzel yurdumuzun yapılmamış yollarından, zümrüt ormanların sonsuz zevkini içe içe, arkadaşım Hamdi ile Akşehir’e geldik.”
1922 21 Ağustos sabahı şafaktan itibaren Eskişehir mıntıkası üzerinden ordumuz umumi bir şekilde düşmana hücuma başlamıştı. Bu hareket kuzeyde olduğu gibi daha güneyde düşmanı şaşırtıcı ve canlı hareketler halinde inkişaf ediyordu. Tam 26 Ağustos sabahına kadar zaman zaman köpüren dalgalar halinde ve korkunç bir şekilde devam etti. Bu hareketle beraber kuzeyde düşman cephesinin gerilerine kadar sarkan tayyarelerimizin uzak keşifleri, planı tamamlayan ve düşman kumandanları üzerinde istenen tesiri yaratan bir amil olmuş ve düşmanın ihtiyat kuvvetleriyle cephenin bu kısmım takviye etmek lüzumunu hissettiği tahakkuk etmişti.”
23 AĞUSTOS
1921 “Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan, o gün aldığımız emir üzerine, Ankara’ya uçmuştuk. Yalnız bu emirde bir hususiyet göze çarpıyordu ki, bundan harp vaziyetinin ciddiyeti anlaşılıyordu. Filhakika emirde tayyarenin direk uçması, Akşehir-Sarayönü-Ankara hattını takip etmesi bildiriliyordu. Bu emir üzerine uçarak öğleden sonra Ankara’ya indik. Ankara’da yalnız bir akşam kalmıştım. Arkadaşlarla görüşmelerimiz yalnız harp mevzuu üzerindeydi. Düşman taarruzda ağır basmış, büyük bir ülkeyi fethederek Sakarya’ya dayanmıştı. Bu mesafe, genç Türk devletinin merkezi olan Ankara’ya 90 kilometre idi. Ricat, ordumuzu hayli hırpalamıştı. Kayıplarımız büyük, zararımız çoktu. En acı nokta, top ve tüfek adedi çok eksilmişti. Polatlı sırtları müdafaaya hazırlanırken, bütün millet, varını yoğunu vererek savaşa atılıyor ve vaziyet de ciddiyetini aynı şiddetle muhafaza ediyordu.”
24 AĞUSTOS
1921 “Sabah erken tayyaremizle uçarak yeni hava üssümüz Malıköy’üne indik. Bu tayyarenin hazırlanmasında ve hareketimizde hiçbir tertip olmadığı halde, tesadüf güzeldi. Büyük hazırlıklar tamamlanmış, yeni bir harp dumanı kokusu muhiti sarmıştı. Ve İsmet de bu ateşe tam zamanında yetişmişti.” Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt:2 s:73; “24 Ağustos 1921 günü yapılan hava keşfinde; Temurözü deresi doğusunda duran veya yürüyüş halinde 5 tümenlik Yunan kuvveti Çeltik-Hacımusaoğlu yolunda 500 m. Derinlikteki bir Yunan kolunun kol başı Alahüseyin’e varmıştı. Keşif sonucu, Ilıca deresi güneyinde bulunan 5–6 tümenlik esas Yunan kuvvetlerinin ilerlemekte olduğu görüldü.”
25 AĞUSTOS
1921 “Sakarya Muharebesi adını alan büyük Türk müdafaasının ilk ateşinin başladığı gün, bizim de yurt ödevi duygularımızın coştuğu gündü. Sabah erken uzun yol rasıtım Hamdi ile ilk vazifeye havalanıyorduk. Önümüzde her taraf oyulmuş, geniş sırtlar, daha ileride büyük Sakarya nehri ve onun gerilerinde Yunan yığılma mevkileri vardı. Büyük birlikler halinde toplanmış askerler bu uçuşta beraber getirdiğimiz büyük bombaların tesirinden kurtulamadılar. Bu tahribat zevkiyle asıl bizden beklenen kıymetli malumatı toplayarak dönmüştük. Yerde biz raporlarımızı yazarken, makinistlerimiz de tayyareyi tekrar uçuşa hazırlıyorlardı. Kısa bir istirahattan sonra yine Hamdi Bey arkadaşımla zemini terk ederek cehennemi uğultular yaratan ateş diyarına gelmiştik. O günkü temas bir daldırma halinde idi. Bütün gördüğümüz hareketlerden düşmanın zamandan istifade ederek, yani bugün yıldırım harbi dediğimiz süratli savaş şekli, bu hırsla başarılara sebep oluyordu. Düşmanın cephe gerisindeki büyük birlikleri de harekette ve güney doğuya doğru idi. Ben vazifenin icabı rotalar üzerinde seyrederken, bir taraftan etrafı kontrol ederek düşman tayyaresi arıyor, zeminde gördüğüm her kuvvet için, arkadaşımın mütecessis tetkiklerine rağmen, ikaz ediyordum. Bu güzel uçuş ve esaslı keşif taramasıyla bütün kıtaların yerlerini tespit ederek, taşıdığımız altı büyük bombayı, istediğimiz gibi en can alacak yerlere ve büyük kuvvetler üzerine hediye etmiş ve üssümüze dönmüştük. Büyük Sakarya Muharebesi’nin bu ilk günü bir harp havası esmeğe başlamıştı. Yalnız mevcudiyetlerini telefon vasıtasıyla haber aldığımız düşman tayyarelerinin uçuşları mevcutlarına nazaran pek nispetsizdi. Çünkü muhtelif kanallardan aldığımız haberlere göre Sakarya Muharebesi’ne iştirak eden düşman hava kuvveti 50 tayyare olduğu halde, o gün azami üç tayyare uçuşu, o da cephe hattını geçmemek şartıyla görülebilmişti. Hâlbuki bizim mevcudumuz iki tayyare idi. Biri İsmet, o günün bütün hizmetlerini başaran keşif, ikincisi de İzmir avcı tayyaremizdi. Aynı gün zarfında hasmın 50 tayyaresine karşı üstün bir mukabeleye muktedir olduğunu göstermişti.
Bu iki nispet, iki taraf hava kuvvetlerinin vazife aşkı bakımından, bariz bir ölçüşü idi. Bu duygu ile mütehassıs her Türk havacısı, ne kadar iftihar etse yeridir.
Türk Havacılık Kronolojisi s:128;
“Sakarya Savaşı boyunca İzmir ve İsmet adlı iki uçakla Türk hava gücü keşif ve av görevi yaptı. 19 gün içinde 40 uçuş görevi yapılmıştır. Düşmanın 50 uçağı olduğu tespit edilmişti. Sakarya Savaşı’nda Tayyareci Yüzbaşı Fazıl, Tayyareci Hayrettin, Tayyareci Vecihi pilot olarak, Mülazım Basri, Hamdi ve Bahattin Beyler de rasıt olarak görev yaptılar.”
Havacılık Tarihinde Türkler–c:2 s:73;
“25 Ağustos’ta Sivil Pilot Vecihi ve Rasıt Teğmen Hamdi, Yunanlılardan ganimet alınan İsmet uçağıyla yaptıkları iki keşif uçuşunda düşman mevzilerini de bombaladılar.”
1922 Pilot Hayri Öcal anlatımı:
“Kontrolünü yaptığım ilk uçakla 13 Ağustos 1922 günü Konya’dan havalanarak Akşehir üssüne uçağı getirdim. Akşam üzeriydi. Gazi Mustafa Kemal Paşa üsse gelerek birliğimize onur verdiler….. Bize şu emri verdi: “Düşman uçaklarının keşif için cephemiz gerilerine geçmemelerini sizden isterim!” Bolvadin çevresinde hazırlanan bir alana geçtiğimiz zaman av uçaklarında Yüzbaşı FAZIL, VECİHİ ve BEN, aramızda görev bölümü yaptık. İlk uygulamayı 25 Ağustos 1922 günü şafakla Komutan Fazıl başlattı…..”
26 AĞUSTOS
1921 “Öğleden sonra Basri Bey’le havalanmıştık. Aldığımız umumi keşif emri aynı zamanda dünkü ve sabahki vaziyetin açıklanmasına lüzum gösteriyordu. Dünden bir hayli değişiklik vardı. Harp mütemadiyen kızışıyor ve cepheye yaklaşan takviye kuvvetleriyle cehennemi bir şekil almış bulunuyordu. Dünkü gördüğümüz kuvvetlerden bazılarını ya hiç görmemiş, yani cepheye yanaşmış ve harbe tutuşmuş olarak, bazılarını da cephenin inkişafında yeni mevkiler veya mevziler almış olarak, görmüş bulunuyorduk. Basri çok değerli bir rasıttı. Araştırmaları ve araziyi taraması cidden müstesna idi. Gördüğü her yerin varlığını en ince noktalarına kadar tespit etmeden geçmiyordu. Çok defa muayyen bir hedefin üzerinde, bana işaretler ederek tereddütlerini izale edinceye kadar turlar yaptırıyor ve tam kanaat temin ettikten sonra, ancak ayrılıyorduk. Basri’nin bombacılıkta da mükemmel hali vardı. Her hareketindeki soğukkanlılığına, bu uçuşta, çok daha iyi inanmıştım. Çünkü attığı bombalar hedefleri, tabii bir mıknatıs tesirine tabi imiş gibi, buluyorlardı. O gün de, bu vazifeden neşe içinde dönmüştük.”
1922 BÜYÜK TAARRUZ: “21.08.1922 Türk ordusunun umumi harekete geçtiği bir gündü. Bu tarih belki Başkumandanlığımızın planladığı bir hareket tarihiydi, fakat hakikatte bütün ordumuz, cephenin her noktasından taarruzi keşifler icrasına başlamıştı. Bu büyük harekâtın benzerini tam 6 ay evveline ait notlarımda buluyorum! Defterimden: “Başkumandanımız, Afyon ve güney mıntıkasından düşman üzerine umumi bir taarruz hissini doğuracak sun’i taarruzlar icrasını emretti. Gerçekte bu emir o zaman geniş mıkyasta tatbik edilirken fena hava şartlarına rağmen havacilarımız da bu ödevde şerefli hizmet hisselerini yapmışlardı. Bana öyle geliyor ki o günkü harekâtın yalnız tarih farkı vardı. 21 Ağustos sabahı şafaktan itibaren Eskişehir mıntıkası üzerinden ordumuz umumi bir şekilde düşmana hücuma başlamışlardı. Bu hareket kuzeyde olduğu gibi daha güneyde düşmanı şaşırtıcı ve canlı hareketler halinde inkişaf ediyordu. Tam 26 Ağustos sabahına kadar zaman zaman köpüren dalgalar halinde ve korkunç bir şekilde devam etti. Bu hareketle beraber kuzeyde düşman cephesinin gerilerine kadar sarkan tayyarelerimizin uzak keşifleri, planı tamamlayan ve düşman kumandanları üzerinde istenen tesiri yaratan bir amil olmuş ve düşmanın ihtiyat kuvvetleriyle cephenin bu kısmını takviye etmek lüzumunu hissettiği tahakkuk etmişti. Bu şartlar altında ilerleyen ordumuzun 5 günlük yıkıcı hücumlarında birden bire yeni bir hareket sahnesi belirdi ve 26 Pazartesi sabahı; Büyük Türk kuvvetleri Afyon üzerinden sedleri aşan bir sel halinde işgal orduları üzerine akın etmeğe başladı. Bu büyük harp oyunu, muhakkak ki müstesna bir eserdi. Yurdumun kurtarılması için aşkla çalışan ve çarpışan Türk erlerinin hücumu, önünde barınılmaz bir hal almış ve karşılanamayacak bir suretle ilerlemeye başlamıştı. Hatta daha ilk hamlede düşmanın bütün tahkimatı ezilerek ön hatlar işgal edilmişti. Maneviyatı çok güzel işlenerek olgun bir hale getirilen kahraman ordumuzun bütün cephe devamınca elde ettiği bu yıldırım zaferi derhal tesirini gösterdi ve ordumuzun muvaffakiyeti nisbetinde düşman kuvvetlerinin perişanlığını meydana getirdi. İçinde bulunulan hadiselerin kıymet ve büyüklüğü ancak verimleri karşısında daha iyi takdir edilebiliyor, itiraf etmek lazımdır ki, yoktan çıkarılan bu varlığın zafer yolundaki büyük başarısı Türk tarihinin altın sahifelerine yeni efsaneler katıyordu. Filhakika biz ordu mensupları, sanki normal vazifelerimizi yapıyor gibi imanlı bir azimle büyük Kumandanımızın parmağının gösterdiği hedefe koşuyorduk. Afyon’da yırtılan düşman kuvvetleri yeni müdafaa hatlarını hazırlamağa çalışırken, Türk saldırılarının manasını anlamamış gibi idiler. Dumlupınar sırtlarında sığınacağını uman bu şaşkın ordu, Türk kahramanlarının yeni bir eseri karşısında kalacaklarından muhakkak ki habersizdiler. Fakat şu da bir hakikatti ki, düşman kuvvetleri her kaçtığı noktadan arkasına baktığı zaman, gördükleri şey, Türk’ün intikam ateşiyle parlayan süngüsünün yakıcı şûlesiydi. Başkumandanlık meydan muharebesi, tarihin pek az kaydettiği yıldırım süratiyle düşman ordusunu Dumlupınar sırtlarında yalnız mağlup değil, aynı zamanda imha etmişti. Türk tarihinin altın sahifelerine şeref gölgeleri seren bu sahne, bütün düşman kuvvet ve kumandanlarının kılıçlarını teslim ettiği bir kahramanlık gösterisi olmuştu. Bu şanlı günlerin heyecanları içinde coşan Türk havacıları da bütün cephe boyunca gerilerinde düşmanın nakil hatlarını ve bütün kavşaklarını, eski günlere nazaran çok daha olgun bir hava birliği kudretiyle yakmış ve yıkmışlardı.
Bu büyük seferden önceki günlerdeki iki havacı kaybımız olmasaydı acısız hedefe varmış olacaktık. Zaferlerle dolu o günlerde her gün değişen üslerimizde icap eden hazırlıkları alelacale yaptıktan sonra daima ileri uçarak bir hayal gibi dağları ovaları aşan ordumuza yetişmeğe çalışıyorduk.”
27 AĞUSTOS
1921 “Yine Basri (*) ile beraberdik. Dünkü vazifeyi ve vaziyeti devam ettirmeye başlamıştık. Düşman kuvvetlerinin harekâtı mütemadiyen doğu istikametinde inkişafıyla devamlı olarak muharebe hattına yaklaşan kuvvetleri Polatlı’nın batı ve güney sırtlarında açılarak en ağır hücumlara geçiyordu. Tabii bu arada tesadüf ettiğimiz, her düşman birliğine amansız hamleler yapmadan ve müessir bomba hücumlarıyla onları bir bozgun haline sokmadan geçmiyorduk. Vaziyeti çok güzel takip ederek düşman harekâtında hemen hiç gizli bir nokta bırakmıyorduk. Bu kuvvetleri aynen yine öğleden sonra tekrar aramış, her halde memnuniyetlerine imkân bırakmayacak derecede bombalarımızla izaç etmiştik.” (*) Basri Alev
Havacılık Tarihinde Türkler–C:2 s:73;
“Sivil Pilot Vecihi ve Basri’nin 27 Ağustos 1921 günü sabah yaptıkları keşif uçuşunda; Yunan birliklerinin doğu yönünde mütemadiyen ön hatlara doğru aktığını tespit ettiler. Yunanlılar Polatlı’nın Batı ve Güney sırtlarını aşıp taarruza geçiyordu. Öğleden sonra aynı ekip ikinci bir sorti yapmış ve düşman kıtalarını bombalamıştır.”
29 AĞUSTOS
1921 “Yine Basri* ile bu harekât üzerindeydik. Sakarya Harbi’nin beşinci günü cephe çok geniş bir hal almış ve düşman bazı noktalarda çok üstün kuvvetlerle bazı muvaffakiyetler elde etmiş bulunuyordu. Muhakkak ki, tayyarenin bu muharebedeki hizmeti I. ve II. İnönü Meydan Muharebeleri’ndeki hizmetlerinden büyüktü. Düşmanın motorlu nakil vasıtaları, seri manevralar yaparak muhtelif noktalara takviye kıtaları sevk ederken, bu harekâtı bizim gözlerimizden kaçmıyordu. Her gördüğümüz değişikliği raporla bildirdiğimiz için, müdafaa hatlarımızın da o nispette takviyesine sebep olduğu gibi, düşman hamlelerini, vaktinden evvel önlemek imkânı doğuyordu.” * Rasıt Mülazım Hasan Basri (ALEV) Havacılık Tarihinde Türkler–C:2 s:73;
“29 Ağustos 1921 günü Vecihi ve Basri’nin yaptığı uçuşta; Yunan kuvvetlerinin motorlu araçlarla takviye edildiği tespit edildi.”
Fransız Aero-Spor gazetesi/ Raymond Saladin’in yazısı: 29 Ağustos 1925 “Bu yazı Aero-Spor gazetesinin 29 Ağustos 1925 tarihli sayısında Raymond Saladin imzasıyla intişar eden Vecihi Feham Bey başlıklı yazıyı havacılığımızın şerefli bir hatırası olarak tercüme suretiyle hülasaten yazıma katıyorum. Bay Saladin bu yazısında diyor ki: “Meşhur As’larımızdan Fronval, henüz Fransa’da bulunan Türk As’larından Vecihi Feham Bey hakkında “Bu genç yalnız başına bir hava mitingi yapabilecek kabiliyette, çok dikkate değer akrobat bir pilottur. Archard’ın büyük seyahat tayyaresi ile 24 defa luping yapmak gibi fevkalade bir uçuş azmi ve cesareti göstermiştir” dedikten sonra;
Türk Hava Komisyonu ile bir kaç günden beri havacılığımız tesislerini gezen Vecihi Feham Bey, Moran akrobasi, Moran 53, Nieuport 29, Dewoitin Av, Potez 15 ve 25, Bregue 19 A2, Henriot 14, Gaudron Avionet, Gaudron C 60, Goliat Bombardıman ve daha birçok Fransız tipi tayyareleri tam bir muvaffakiyet ve meharetle uçurmuş ve yüksek akrobasi yapmak suretiyle güzel bir sükse yapmıştır . Bay Saladin’in bu yazısı yerinde bir takdirdi. Fransa’da bulunduğum bu sıralarda uçuşlarımın topladığı ilgi eseri olarak karşılaştığım bir hadiseyi ehemmiyeti hasebiyle sayın okurlarıma sunuyorum. Potez fabrikasını gezerken bu fabrikanın yapmakta olduğu büyük bir tayyareyi incelemiş ve bu tayyarenin Atlantik uçuşu için hazırlanmakta olduğunu öğrenmiştim. O sırada Fransız havacılığı Atlantik uçuşu üzerinde önemle duruyordu. Bregue, Potez ve Henriot tayyare fabrikaları bu uçuş için özellik taşıyan planlar yapıyorlardı. Bu amaç için hazırlanan tayyareleri de görmüştük. Bunlardan Potez’in imalatı beni şahsen alakadar etmişti. Tayyare kalkışında yerden kesildiği zaman komple iniş takımını atacak, hedefe varışta denize inecek, cidden güzel bir buluştu. Aynı gün Potez 25 tipindeki rekor tayyaresiyle akrobasi uçuşumdan sonra, bu uçuşun tesiri olacak Atlantik uçuşu yapmaklığım için bir teklifle karşılaştım. Bu teklif cidden cazip idi ve hoşuma gitmişti. Ama serbest değildim. “Eğer hür olsaydım size derhal evet derdim, ama bu hususta asıl söz sahibi şefimizdir. Teklifi kendisine bildireceğim, eğer muvaffakat ederse derhal evet cevabını veririm” dedim. Bu mevzuu Cevat Abbas Bey’le görüştüm. Milli şeref adına güzel bir durum, böyle bir başarıyı Türk havacılığı adına kazanmak güzel bir şey diyerek muvaffakat etmişti. Muvaffakat cevabını telefonla fabrikaya bildirdim. Anlaşma fabrika tarafından Fransız Aero-Kulübüne aksettirilmiş. Kulübün bunun için acele yaptığı toplantıda bu mevzu müzakere edilirken bazı azaların “Potez fabrikası, Fransız pilotları arasında As’lar bulamadı da mı Türk As’ı ile bu uçuşu yapmayı düşünüyor?” sözleri hayli tartışmalara yol açmış ve teklif, elde edilecek muvaffakiyetin milliyet duygusu yönünden doğru görülmeyerek bu istek olmamış gibi kapatılmıştı…”
30 AĞUSTOS
1920 İSTİKLAL SAVAŞINDA GARP CEPHESİNDE İLK HARP UÇUŞU
“30 Ağustos 1920’den itibaren cephe hizmeti, keşif maksatlarına münhasır olarak lüzum görüldükçe yapılıyordu. Ara sıra da düşman tayyarelerinin uçuşlarına dair gelen haberler karşısında uyanık bulunuyorduk. Fakat hiç bir tesadüf vaki olmuyordu. O zaman için hasım hava kuvvetleri bize göre çok yüksek bir durumdaydı. Hem adeden çok, hem de malzeme bakımından zengin ve mükemmeldiler. Bu kadar maddi üstünlüğe rağmen, düşman tayyareleri cephe hattından ileri geçememişlerdi. Bizim vaziyetimize gelince: Malzeme bakımından, Konya’da mevcut bulunan eski malzeme toplanarak, Eskişehir’e getirilmişti. Umumi müdürümüz Latif Bey’in himmetiyle Demiryollar fabrikasında ayrılan bir kısımda yaptığımız tamiratla, bu tayyareler meydana getirilmeğe başlanmıştı. İlk zamanlardaki mevcudumuz nisbeten iyi denecek bir halde bulunduğu için, süratle hazırlanmış, fakat geniş bir intizamsızlık içinde, tecrübesiz pilotlar tarafından uçurulmak isteğiyle kırılmış ve ziyan edilmişti. Esasen hava istasyonunun malzeme mevcudu olmadığından, bu yeni kırımlar çalışmayı imkânsız bir hale getirmişti. Personel bakımından da çok zayıf bir haldeydik. Mevcut pilotlar Umumi Harp’te çalışmış tecrübeli arkadaşlar olduğu halde, bunların uzun seneler uçuşu bırakmış bulunmaları, tecrübe ve melekelerini bozmağa vesile olduğu için keşif hizmetleri ancak birkaç kişinin çalışmasına münhasır kalıyordu. Elimizde talim tayyareleri olmadığından, diğer arkadaşların uçuşlarını yaptırmak mümkün olamıyor ve bu sebeple kırımın önüne geçemiyorduk.
Nihayet öyle bir zaman oldu ki, malzeme yoksunluğundan tayyareler tamir edilememeğe ve ancak bir av ve bir keşif tayyaresi mevcuttan hazırlanarak bütün gayretimizle bunları yaşatmağa ve pilot olarak da keşif hizmetlerine Behçet ve av keşif hizmetlerine de ben çalışmağa mecbur kalmıştık. Arasıra Hayrettin ve Fehmi Bey’ler gibi bazı arkadaşlar da yardımlarını esirgemiyorlardı. Bu mahrumiyet ve malzeme buhranı içinde çırpınan tayyarecilerimizin ellerindeki kırık dökük tayyarelerle orduya yaptıkları hizmet, zengin Yunan tayyarecilerinin başarılarından çok yüksekti.”
30 AĞUSTOS
1933 1933 Vecihi Hürkuş; 2 adet VECİHİ XIV, 2 adet VECİHİ XV ve 1 adet VECİHİ XVI ile İstanbul’da gösteri uçuşu yaptı.
31 AĞUSTOS
1921 SAKARYA GARBINDA KEŞİF VE BİR KOVALAMACA:
“Fazıl ve Basri, İsmet tayyaresiyle, ben de İzmir av tayyaresiyle vazifede ve harekâta hâkim rollerimizdeydik. Sakarya’nın garbında düşman gerilerindeydim. Biçen’de bulunan düşman tayyarelerinden bir ses yoktu, bu tayyareciler hava temasından hiç hoşlanmıyorlardı. Görülürlerse en emin istikamette uzaklaşmayı ve yerde iseler, istirahatlarını bozmamayı ve sığınaklara iltica etmeyi tercih ediyorlar. Bu sebeple o güne kadar havada tesadüf ancak bir iki defa ve çok uzak mesafelerde vuku bulmuş ve hemen gözden kaybolmuşlardı. O gün de buna benzer bir hadise olmuştu. Her halde keşif maksadıyla olacak cepheye yaklaşmakta bulunan bir tayyareyi kuzey batı istikametinde görerek, hemen tayyaremi ona teveccüh etmiştim. Fakat o da soldan bir dönüş yaparak avdete başlamıştı. Hem öyle bir avdet ki, dolu dizgin hatta karargâha bile inmeden doğru Eskişehir istikametinde uzaklaşıyordu. Bu vaziyette uzun uzun kovalamak, her şeyden evvel benzin mevcudu bakımından işime gelmediğinden, döndüm. Başka keşiflerimle meşgul olarak gördüğüm toplu grupları makineli tüfeğimin ateşiyle hırpalıyordum. Ben bu hücumlarımla mermilerimi sarf ederken, düşünüyordum. Çünkü düşman tayyarelerinin havada karşılaşmaları bahis mevzuu olarak hatırıma bile gelmiyordu.” Havacılık Tarihinde Türkler–C:2 s:73; “Sabah saat 08.25’de Vecihi, İzmir uçağıyla keşfe çıktı. Bu keşifte Yeni Mehmetli’deki sırtların gerisinde iki tabur, Sarı Halil güneyinde bir topçu bataryası, Sivri kasabasına doğru yürümekte olan bir alay, Ilıca köyünün 1 km. kuzeyinde yürüyüş halinde iki piyade alayı, bunların doğusunda bir piyade taburunun hızla kuzey yönünde ilerlediği görüldü.”
TVHMD 2020