VECİHİ HÜRKUŞ ve TEMMUZ
01 TEMMUZ
1920
Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt 2 s: 45; Konya Uçak İstasyonu (Temmuz 1920) Talim ve Tedris
Şubesi: Başöğretmen Pilot Yüzbaşı Abdullah (Van), Sivil Pilot Behçet, Sivil Pilot Hayrettin, Sivil
Pilot İhya Öğretmen, Sivil Pilot Hasan Basri (Alev), Baş Makinist Eşref, Sivil Pilot Vecihi (Hürkuş),
Sivil Pilot Cemal (Turgutlu), Sivil Pilot Halil (Ziver)
Havacılık Tarihinde Türkler –2 s: 51;
Kartal Müfrezesi (2.Bölük) Harekâtı 1920: Albatros D-III ve 1 PFALZ D-III’den kurulu Kartal
Müfreze veya Bölüğü Yüzbaşı Fazıl’ın komutasında Temmuz 1920 sonunda Uşak Bölgesi’ne
intikal etti. Bölüğün uçucuları yetenekli ve tecrübeli pilotlardı. Fakat pilotlar Halil ve Vecihi, Ekim
1918’den beri (1 sene 9 ay gibi uzunca bir süre) uçmamışlardı.
Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt 2 s: 45; Konya Uçak İstasyonu (Temmuz 1920) Talim ve Tedris
Şubesi: Başöğretmen Pilot Yüzbaşı Abdullah (Van), Sivil Pilot Behçet, Sivil Pilot Hayrettin, Sivil
Pilot İhya Öğretmen, Sivil Pilot Hasan Basri (Alev), Baş Makinist Eşref, Sivil Pilot Vecihi (Hürkuş),
Sivil Pilot Cemal (Turgutlu), Sivil Pilot Halil (Ziver)
Havacılık Tarihinde Türkler –2 s: 51;
Kartal Müfrezesi (2.Bölük) Harekâtı 1920: Albatros D-III ve 1 PFALZ D-III’den kurulu Kartal
Müfreze veya Bölüğü Yüzbaşı Fazıl’ın komutasında Temmuz 1920 sonunda Uşak Bölgesi’ne
intikal etti. Bölüğün uçucuları yetenekli ve tecrübeli pilotlardı. Fakat pilotlar Halil ve Vecihi, Ekim
1918’den beri (1 sene 9 ay gibi uzunca bir süre) uçmamışlardı.
05 TEMMUZ
1925
VECİHİ HÜRKUŞ Anlatıyor: “Cuma günü Sirkeci istasyonundan Simplon ekspresle hareket ettik. Kılıklarımız; o zaman hayli dedikodu konusu olan bu elbise meselesini de yazıma katmayı uygun buluyorum. Cemiyetin kuruluş gayesi açıktır. Yurtta tayyare vasıtalarını çoğaltmak, uçucu elemanlar yetiştirmek. Bu ana konunun meydana gelmesi için her şeyin yapılacağı da tabii idi.
Türk gençliğini havacılığa teşvik için cemiyet uçucularına mahsus olmak üzere bir üniforma şekli bulmuş ve her dereceyi gösteren işaretleri de üniformaya ait hazırladığım projede göstermiştim ki o tarihte kabul edilmeyen bu üniforma şekli, hemen aynen ve yine tarafımdan 1935 yılında Türkkuşu uçucuları için hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Fakat nedense bu kitabı yazdığım tarihe kadar Türkkuşu mensuplarının severek taşıdıkları bu üniforma o zaman büyük bir dedikoduya konu olmuştu.
Seyahatimize Almanya’dan başlamıştık. Bunun iki büyük sebebi vardı. Junkers ve Rohrbach tayyare fabrikalarının hükumetimizle olan münasebetleri ve Türkiye’de anonim şirket halinde bir tayyare fabrikası kurmak fikrinde bulunmaları idi.
08 TEMMUZ
1925
VECİHİ HÜRKUŞ Anlatıyor:”Rohrbach tayyare fabrikasının Berlin inşaat şubesini geziyoruz. Bu fabrika, parça yapan bir şube imiş. Fabrikaya girdiğimiz zaman bende hâsıl olan kanaat, bir tayyare fabrikasından ziyade çelik inşaatıyla uğraşan bir gemi veya köprü fabrikasını ziyaret ettiğimiz şeklinde idi. İnşa halinde bulunan çok büyük bir kanat tamamen bir köprü inşa tarzında meydana getiriliyordu ve Hâttâ biz bazan bu kanatlar üzerinden yürüyerek öteki kısımlara geçiyorduk. Yalnız inşa malzemesi olarak kullanılan çelik değil hafif bir madendi (Duralumin).
Bizim sormamıza lüzum kalmadan fabrikanın mühendisi bize bu çalışma şeklini bütün
incelikleriyle anlatıyordu:
“Sulh muahede şartlarına göre bizim böyle bir tayyareyi yapmak müsademiz yoktur. Ancak Almanya haricinde bulunan fabrikamızın bütün işlerini burada yaparak oraya sevk ediyor, orada monte ile tayyareyi ikmal edebiliyoruz. Bu çalışma şeklini ihtiyar ettiğimizin başlıca sebebi hava sanayine alışmış ustalarımızı korumak, onları işsiz bıramamak ve bu suretle memleketimizde tayyare endüstrisinin elemanlarını beslemek gibi milli bir gaye takip etmekten başka bir şey değildir.” Memur sözlerine devamla: “Mesela bu tayyare 5,5 ton ağırlığında bir hava kruvazörüdür. (Resmini göstererek) 500 beygir kuvvetinde iki tane Napier motoruyla cihazlandırılmaktadır. Bu günün en yüksek vasıftaki bir deniz bombardıman tayyaresidir. Hâlbuki biz ne bu vasıfta bir tayyare yapmaya, ne de 180 beygir kuvvetinden fazla takatte motör yapmaya izinli değiliz. İşte bu sebeple tayyare parçaları burada yapılıyor, tayyaremizi İsveç’te, monte ederek uçuş tecrübelerini yapıyoruz. Hâttâ bu tayyarenin ihtiyacı olan bu yüksek takattaki motörleri de bugün için İngiltere’den satın alıyoruz.” Bu sözler çok doğru idi, o tarihte 5,5 tonluk bir tayyare fevkalade büyük ve Napier motorları da dünyanın en yüksek vasıftaki tayyare motorları idi. Memur sözlerine devamla:
“Bugün böyle fakat yarın ne olacak ve nasıl bir organizasyon doğacak? Bunları bugünden ne söylemeye ve ne de tahmin etmeye imkân yoktur.”
Bu ifadenin takdirini ben her şeyden önce okuyucularımın kanaatlerine bırakmakla birlikte milliyet anlamı bakımından Alman milletinin, bu çok ağır siyasi şartlara rağmen milli havacılığını kurtarmak ve Alman teknisyenlerini korumak gibi bir gayenin kudsiyeti üzerinde durmak ihtiyacını hissettiğimi ve bu hadiseden faydalı bir ders almanın yerinde bulunduğuna kani olduğumu burada kaydetmeliyim.
Sebep açıktır. Bir milletin havacılık sanayini kurması ve koruması, istiklalinin müdafaası esasına dayanır. Elemanlarının korunması hususunun da hayati bir zaruret olduğu aşikârdır. Benim bu ziyaretten en büyük kazancım bu cesaret, bu düşünüş ve bu temiz gayenin başarılarını görmek olmuştur. Sonra, fabrikanın Kopenhag şubesini gezdik, tayyarelerini gördük ve inceledik. Berlin büyükelçimizin tavsiyesi ile buraya kadar gelmişken İsveç’te bulunan Junkers fabrikasına ait tesisleri de ziyaret etmiş olmak için Malmö’ye gittik ve bu mükemmel fabrikayı da gezdik.
Alman havacılık sanayinde metal inşaatı bakımından bu iki müessese hem önder, hem de
birbirinin rakibi durumunda imişler. Rohrbach fabrikasının bu tek tip tayyaresine mukabil Junkers fabrikası çeşitli hizmetlere mahsus değişik tipte tayyareler inşa etmekte idi.”
09 TEMMUZ
1920
Vecihi Hürkuş anlatıyor: Anadolu’ya Mustafa Kemal Atatürk’ün yanına giderken:
9 Temmuz.1920 sabahı yaptığımız hazırlıklar ve temin ettiğimiz vasıtalarla kendimizi bu büyük tehlike içinden çıkarmış ve nispeten daha emin olan Yeşilköy’e atmıştık.
10 TEMMUZ
1936
Havacıların kutsal mekânı İnönü’nün kuruluş günü. Her ne kadar unutulmaya yüz tutsa da içinde havacılık aşkı olan herkesin mutlaka yolunun düştüğü İnönü. Eski ihtişam dolu günlerine geri dönmeyi bekleyen İnönü.
THK – TÜRKKUŞU / İNÖNÜ HAVACILIK EĞİTİM MERKEZİ (İNÖNÜ YÜKSEK PLANÖR KAMPI)
16 TEMMUZ
1969 VEFAT
17 TEMMUZ
1917
Vecihi Hürkuş anlatıyor: “…İşte bu hücumlarımızın belirttiği korku ve aciz içinde düşman havacılığı çok zor bir durumda kalmış olduğundan, cepheye av tayyareleri getirmek suretiyle az zamanda Erzincan ve Kelkit tayyare bölüklerini takviye etmişlerdi ki, bu tayyarelerden biri Kelki’e gelirken yolunu şaşırdığı için cephe mıntıkası gerisinde bulunan Alucra’ya inmiş ve ileri kıtalarımız tarafından muhafaza altına alınmıştı.
Bu kendiliğinden gelen tayyarenin haberi üzerine, ordunun emri ile tayyareyi teslim almak için Yüzbaşı Şükrü Bey ve Makinist Sabri Bey olduğu halde, Alucra’ya hareket ettik. Uzun süren bu yolculuğumuzda yalnız tahminlerimize uygun muhayyel bir tayyareyi görüyor ve güzel bir avcı tayyaresi temennisiyle düşüncelerimizi ihtiyacımız hesabına tevile çalışıyorduk. Filhakika malzeme bakımından zor bir durumdaydık, şayet bir tayyare kırımı vaki olsa, aylarca beklemek mecburiyeti vardı.
Müttefiklerimiz, kendi ihtiyaçlarını bile, büyük zorluklar içinde kapatabiliyorlardı. Nitekim av
tayyaresi ihtiyacı hakkındaki mükerrer müracaatlarımıza, bir sene geçtiği halde, cevap dahi
alamamıştık. Hâlbuki düşman hava hazırlıkları, her geçen gün biraz daha genişliyor ve bizler için ciddi bir tehlike mahiyetini alıyordu.
Uzun ve yorucu bir süvari yolculuğundan sonra, Alucra’ya varmıştık. Cephenin hemen gerisi olan bir mevkide asker kıtalarından başka bir şey yoktu. Derhal mevki kumandaniyle temas kurularak ele geçirilen tayyareyi görmek istediğimizi söyledik. Yanımıza verilen bir zabit arkadaşla doğru yeni tayyarenin yanına geldik. Yeni iki motorlu Gaudron tipinde mükemmel bir bombardıman tayyaresi görünce, hayret ve sevinçler içinde kalmıştık.
Tayyarenin taşlık bir yere inmiş olması dolayısiyle, patlamış lastiklerinden başka bir arızası yoktu.
Her türlü harp teçhizatı üzerinde ve tamamdı. Motörleri Rohn tipinde olduğundan, hiç bir
yabancılık hissetmemiştik. Hemen hazırlığa başladık ve beraberimizde getirdiğimiz benzini
depolara koyduktan sonra motörleri tecrübe ettik.
Yalnız bu motörlerin yağ ihtiyacı hintyağı olduğu için, bulmak hayli zor bir işti. Fakat bizi bölüğe götürecek kadar, hastahaneden tedarik ederek hazırlıklarımızı tamamladık ve tecrübelere başladım.
Hiç tanımadığım, bilhassa iki motörlü olması itibariyle o zamana kadar hiç uçmadığım bu tayyare bana hiç yabancı gelmemişti. Rahat oturuşu ve geniş görüşü ile tayyareyi daha fazla sevmiştim.
Biraz yükseliş ve birkaç dönüş ile tayyareyi tanıdıktan sonra, yere indim. Son hazırlıklarımızı da yaptıktan sonra, beraberimdekilerle birlikte tekrar yükselerek Suşehri istikametinde uçmaya başladık…”
18 TEMMUZ
1926
Vecihi Hürkuş anlatıyor: “Ben bu sıralarda TOMTAŞ’ın(*) memuru olduğum halde yukarıda yazdığım sebepler için olacak, Junkers firmasının hizmetinde ve etüd adı altında faydalı işler gördüğüm için Profesör(**) benim tesisten uzaklaşmaklığıma hiç taraftar olmuyordu.
Çünkü 1926 yılının yaz mevsiminde dünyanın her tarafından Junkers tayyarelerini tetkik etmek üzere heyetler geldiği zaman bu heyetler huzurunda Ju A-35 tipi tayyarenin münhasıran tarafımdan tecrübelerinin gösterilmesi isteniyordu. Bu zengin müessesenin 12 Alman ve bir Macar pilotu vardı. Hepsi de çok tanınmış ve rekortmen pilotlar olduğu halde, bu önemli vazifenin bana verilmesinden bilhassa milliyetim adına pek haklı olarak gurur duyuyordum.
Bu tarihlerden sonra hava nakliyatı işlerini etüd etmek üzere, Berlin – Kopenhag -Malmö –
Stockholm, Berlin – Hamburg ve Berlin – Leibzig – München hava hatlarında ve değişik tip yolcu tayyarelerinde pilotluk hizmetlerinde uzun zaman çalışmıştım.
Bu hizmetlerim normal şartlar altında geçti ve her hizmet etüdümden kıymetli notlar kazandım.
Bundan sonraki etüdlerim bilhassa orman tedavisine ait programdı. Önce düz arazi ormanları, Güney Almanya Kaisenfeld ormanları ve sonra Alsas havalisindeki dağları kaplayan arızalı ormanlarda orman tedavisi işlerindeki etüdlerimdir. Bu iş başlıbaşına bir ihtisas işi ve hususiyeti bakımından enteresan bir işti. Bilhassa arızalı ve dalgalı ormanlar üzerinde 3-5 metre ağaçlara yakın uçuş yapmak tehlikeli olduğu kadar zevkli idi de.
Nihayet uzun zaman devam eden bütün bu etüdler sonunda tekrar Dessau'a döndüm ve arasıra çağırıldığım gibi ziyaretçi heyetler huzurunda propaganda uçuşlarını yapıyordum.
İşte bu sıralarda 18 Temmuz 1926 tarihinde TOMTAŞ Umum Müdürlüğü’nden acele kaydı ile
aldığım bir telgraf üzerine yurduma dönmüştüm.”
(*) TOMTAŞ: Tayyare Onarım ve Motor Sanayi Türk Anonim Şirketi
(**) Profesör Hugo Junkers
22 TEMMUZ
1922
Vecihi Hürkuş, Breguet-XIV ile Afyon bölgesinde uçarken Yunan SPAD XII saldırdı. Vecihi
Hürkuş’un makineli tüfeği arızalıydı. Ustaca kaçınma manevraları ile Yunan uçağının tüm cephanesini sarf etmesine rağmen uçak yara almadan üsse döndü…
23 TEMMUZ
1922
Vecihi Hürkuş anlatıyor: “Düşmanın canlılığı son günlerde daha ciddi bir hal almıştı. Hatta tarafımızdan yapılan uçuşlarda av tayyarelerimizin henüz yetişmemeleri yüzünden, daha ihtiyatlı hareket ihtiyaçlarını duyuyorduk. Sakarya Muharebesi’nden beri bir seneye yakın zaman geçmişti. Bu müddet içinde umumi cephenin bazı noktalarındaki küçük büyük karşılıklı keşif ve taarruz hareketlerini hesaba katmamak şartıyla esaslı hazırlıklardan başka büyük bir hadise olmamıştı. İşte bu sırada cepheden sızan haberlerden, Altıntaş mevkiinden bir fırkanın meçhul bir istikamete hareketi, cephe kumandanlığı tarafından öğrenildiği halde, bu kuvvetin nereye gittiğinin araştırılması bize verilmişti.
Biz bu emri yapmak üzere, rasıtım Hamdi ile beraber bir Breguet tayyaresiyle havalandık.
Breguet XIV, bu tayyare, Umumi Harb’in son senelerinde yapılan bir tayyare idi. Mükemmel olmakla beraber, kendisinden zaruret içinde beklenmesi icap eden seri manevraları yapamayacak kadar da ağır bir tayyare idi. Uzun yolculuk ve uzun keşif hizmetlerinde bu tayyareden bu çeşit hizmetlerden başka bir şey beklemek doğru olamazdı ama ihtiyaç insana bazen keleği kavun diye yedirdiği gibi, zaruret icabında, bu tayyareyi de oyuncak haline getirmeye sebep oluyormuş.
Sabah erken cephe mıntıkasını aştığımız sırada uzaktan hafif bir toz bulutuna sarılmış Afyon’u görüyorduk, ilk işimiz rakiplerimize bir sabah ziyareti yapmak, ondan sonra kuzey batı istikametinde uçuşumuza devamla hareket istikameti meçhul fırkayı aramaktı.
Birinci kararımızı istediğimiz gibi bir başarı halinde yaptıktan sonra, ikinci vazifemiz için hasım tayyare meydanından uzaklaşmaya başlamıştık ki, bu sırada kuzeyimizde bir tayyare belirdi.
Daha uzaktan bunun Spad tipinde bir avcı tayyaresi olduğunu tanıdım ve hemen arkadaşıma göstererek hazırlanmasını söylemekle beraber, tayyaremizi doğu cephemiz üzerine çevirdim. Bu hareketimle harbi mümkün olduğu kadar cephemiz üzerine çekmek istediğim aşikârdı. Fakathasım av tayyaresinin sürati bize nazaran yüzde 100 avantajlı olduğu gibi, son zamanda cüretkâr ve iyi bir av pilotunun da Afyon’a geldiğini öğrenmiş ve bu sebeple biraz da ihtiyatlı hareket yolunu tutmuştum.
Bu tayyare büyük sürat farkından istifade ederek hiç vakit geçirmeden bize saldırmaya başladığı için, bu vaziyet karşısında hayli düşman içinde bulunduğumuz halde, harbi kabul etmek zorunda kalmıştık. Ben derhal, müdafaa harbinde, daima kullandığım prensip ve hava tabiyesini tatbike başladım. Yani düşman hücumlarında onun ateş kabiliyetini toplamasına imkân bırakmamak,aynı zamanda endaht sıhhati zamanını imkân nispetinde en az haddine indirmek. Çünkü mukabele edemeyeceğimizi anladığım bu hasım karşısında, bu tarzı hareket, şimdiye kadar yaptığım tecrübelerde olduğu gibi, beni daima tehlikeden uzak bulundurmuş ve hatta çok defasında tekrarlanan hücumlara rağmen, tayyaremin herhangi bir noktasına isabet bile vaki olmamıştı.
Gerçi bu hareketle bizim müdafaa endahtımızın isabet ihtimali de azalıyor ise de, şüpheli bir
muvaffakiyet ihtimali içinde daha emin bir yolu tercih etmek herhalde faydalarına ve muvaffakiyet ruhu ve mefhumuna daha uygundur. Nitekim daha ilk hücumun ilk anında birkaç mermiden sonra rasıtımın endahtı bir arıza yüzünden susmuştu. Fakat benim sert ve yerinde yaptığım seri manevralar, tayyaremizi cüretkâr hasmın hücumundan zararsız kurtarmıştı.
Bu harbin şu andaki çehresi, benim esaretle neticelenen hava harbime pek çok benziyordu.
Yalnız iki farkla;
Birincisi: O muharebede, düşmanın sürat farkı nispeti bu kadar büyük değildi.
İkincisi: O tayyareyi kullanırken hareketler kolay, manevralar daha rahattı. Şimdi ise, bir tayyare mi kullanıyorum yoksa akıntıda bir mavna mı çekiyorum, bunu tefrik edemiyordum.
Hasım seri, yüksek ve cesur hareketleriyle atılgan bir pilottu. Bunun karşısında ben istediğim hareketleri yapabilmek için çok terleyeceğimi iyice anlamıştım. Harekâtımız fasılasız devam ediyor, kurnaz avcı, uçuşun zaman mefhumunu çok iyi lehine kabul ederek, kısa turlarla göz açtırmayacak hamleler yapıyordu. Ben, her ne pahasına olursa olsun, takip ettiğim tabiyeyi bırakmayarak uçuşumu hasmın temposuna uydurmuştum. Fakat bu tayyareyi, bu tempoda uçurabilmek için, benim kuvvetim yetmiyor ve ekseriya löviye hareketlerini, üzerine abanarak vücut ağırlığı yardımıyla ancak başarabiliyordum.
Tabii bu devamlı akrobatik hareketlerde arkadaşım tüfeği ile meşgul olmadan yalnız kendisini muhafaza ediyormuş. Mamafih bu vaziyet içinde, onu haklı görmemek pek insafsızlık olur. Çünkü muharebe eden iki tayyarenin o andaki uçuş vaziyeti daha ziyade büyük dalgalar arasında kalmış, bocalayan küçük bir sandala benziyordu.
Hasım bizim müdafaasızlığımızı ve hiçbir ateş kabiliyetine sahip bulunmadığımızı çok iyi
anlamıştı ki, hemen hiç uzaklaşmadan küçük bir tur yaparak tekrar tekrar hücuma geçiyor; ben de bu vaziyet karşısında bir Breguet tayyaresiyle azami ne gibi bir hareket yapabilmek kabil ise, o hareketle hemen dalış ve hemen, hücum eden tayyarenin altına kayış yapıyordum.
Bu suretle devam eden hava harbinde kaç hücuma maruz kaldığımı kestiremem. Ancak
düşmanın bütün mermilerini sarf etmiş bulunduğuna göre, muharebenin çok uzun sürmüş olması lazımdı. Çünkü düşmanın her tüfeğinin şeridinde 500 fişeği bulunduğu ve zamanını çok küçülttüğüm hücumlarında azami 50 şer mermi sarf edebileceğine göre, hayli zaman uğraştığım aşikârdı.
Müdafaasız kalmış ve mukabele edememiş olmaktan pek tabii olarak sinirlenmiş, fakat hasmın bu tarzda bir harp karşısında nasıl hareket edeceğini bilememesini anlayarak, selameti emniyete almıştım. Bu sebeple en küçük bir korku değil, fakat ağır bir tayyareye istediğim hareketleri yaptırabilmek için, müthiş yorgunluk hissetmiştim. O kadar ki, bütün vücudum terden su olmuştu.
Hasım tayyare son mermisini de muvaffakiyetsizlikle sarf ettikten sonra, etrafımızda bir dönüş yaparak uzaklaştığı zaman, rahat bir nefes almıştım. O zaman soğuyan terimin vücudumu üşütmeye başladığım hissettim. Artık bu vaziyette vazifeye devam imkânsızdı. Hatta eğer Çay istasyonu civarında yedek bir meydanımız mevcut bulunmamış olsaydı, muhakkak bir zatürree mukadderdi. Hemen cepheyi atlayarak irtifaı indirmeye başladım ve Çay İstasyonu üzerinden bir dönüşle yere indim.”
Havacılık Tarihinde Türkler–Cilt-2 s:95;
“22 Temmuz 1922’de Sivil Pilot Vecihi ve Rasıt Teğmen Hamdi Breguet-14’le Afyon bölgesinde uçarken bir Yunan Spad XIII uçağının saldırısına uğradılar. Breguet -14’ün makineli tüfeği arızalı olduğu için ateş etme imkânı olmadığı halde tecrübeli pilot Vecihi’nin kaçınma manevraları sonucu, Yunanlıların bütün cephanesini sarf etmesine rağmen uçak yara almadan üssüne dönmüştü.”
24 TEMMUZ
1955
Vecihi Hürkuş anlatıyor:”TC–PER uçağında görülen tehlikeli maddeler hakkında zabıt varakası:
Bursa’dan Yeşilköy’e nakledilen uçağımızın sonuncusu TC-PER’i hazırlamak üzere 24.07.1955
Pazar günü Bursa Tayyare Meydanı’nda toplanan heyetimiz gereken hazırlığı ikmal etmiş ve
uçak, saat 14.00’te uçmuştu. Uçak yerden kalktığı ve henüz pist sonuna yetişmediği sırada sol motör arıza yapmış ve pilot V. Hürkuş idaresinde tek motörle 270 derecelik bir dönüşü müteakip Garp Pistine inmiştir.
Bu ani arızanın sebebi araştırıldığında, sökülen benzin filtresinin içinde birer koza büyüklüğünde pamuk parçaları görüldü. Bu müşahedemiz üzerine pompaya gelen benzin borusu söküldü;borular üflenerek muayene edildiği zaman hava geçmediği görülmüş, daha ince arama neticesinde borunun pompaya bağlı olan ucunda beyaz bir madde dikkatimizi çekmişti.
İnce bir tel ile bu madde çıkarılmış ve bunun filtreden çıkardığımız neviden 3 santimetre
uzunluğunda bir kalem ucu veya 4-5 milimetre kuturda bir tel parçası ile boru içine itilmiş pamuk parçası olduğu anlaşılmıştır. Bu arıza giderilmiş, diğer borular da ayrı ayrı muayene edildikten sonra gereken emniyetleri de yeniden yapılmıştır.
Arızanın kontrolu esnasında bu açılan noktaların emniyet tellerinin sökülmüş olduğu da
görülmüştür. Hâlbuki bir hafta evvel yapılan temizlik ve hazırlıkta bütün emniyet telleri tarafımdan yapılmıştı.
Kötü bir niyet mahsulü olduğu muhakkak olan bu müşahedemize ait işbu zabıt varakası
tarafımdan tanzim edilmiştir.
H.H.Y. Müessisi H.H.Y. Pilot H.H.Y.Mk.Yar H.H.Y. Mara
V. Hürkuş E.Yılmabaşar İdris Acar Kasım Karakaş
İmza İmza İmza İmza
Bu hadisenin 5. şahidi Meteoroloji memurudur. Memur olduğu için imza atamadı.”
27 TEMMUZ
1921
Vecihi Hürkuş anlatıyor: “Cephe Kumandanlığından aldığım emir üzerine, Muğla’da bulunan düşmandan ele geçirilmiş bir tayyareyi orduya getirmeye memur edilmiştim. Malzemesizlik içinde böyle bir fırsat bize büyük bir nimetti.
Evvelki bahislerde geçtiği gibi, elimizdeki bütün tayyareler, derme çatma bir halde olduğundan,hemen hiçbir vazife arızasız, tehlikesiz yapılamıyordu. Nihayet bu tayyareler de artık tamamen bitmiş bir halde idi ki, bu sırada böyle bir tayyarenin ele geçmesi, hiç şüphesiz ordumuz için sevinç vesilesiydi.
Ben bu maksadı, süratle meydana getirmek için, hemen küçük bir hazırlık yaparak, ertesi gün yola çıkmıştım. Rasıt olarak da Hamdi Bey arkadaşımla beraber hareket etmiştik.”
TVHMD