Haftanın dış politika gündemi ağırlıklı olarak NATO’nun 70’inci kuruluş yılında Londra’da yapılan liderler zirvesinde belirlendi. Ankara’nın zirve öncesinde savurduğu ‘veto hakkını kullanma’ tehdidi de, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ham çıkışları da pek bir yere bağlanmadan zirve bitti. Her zamanki gibi tüm ülkeleri ortalama bir çerçevede buluşturan sonuç bildirgesinde iki liderin de iddialı çıkışlarının esamesi okunmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Baltık Savunma Planı’nı veto etmeme karşılığında YPG’nin derhal terör örgütü olarak tanınmasında ısrarlı olmadığını da Litvanya Devlet Başkanı Gitanas Nauseda’dan öğrendik. Zirve sona ermek üzereyken ajanslara ‘son dakika’ olarak düşen açıklamasında Nauseda tam olarak şöyle diyordu: ‘Kimse bizden bir şey istemedi. Gösterdiği dayanışma için hepimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ettik.’
Londra’daki NATO zirvesi marjında Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile de yarım saat süren bir görüşme yaptı. Erdoğan ile Trump 13 Kasım’daki şaşaalı Washington randevusundan tam üç hafta sonra bir kez daha yüz yüze görüşmüş oldular. Gazetecilerin soruları üzerine bunun önceden planlanmayan bir görüşme olduğunu belirten Trump, Suriye’de güvenli bölgenin de ateşkesin de harika gittiğini söylerken yine yeniden Türkiye’yi takdir etmeyi de ihmal etmedi. Aslında görüşmenin içeriğine dair Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın iki satırlık basmakalıp sosyal medya mesajı dışında derinlikli ya da doyurucu bir açıklama gelmedi iki taraftan da.
Gelmesi de beklenemezdi zaten.
Başkan Trump, ABD’nin YPG’yi ‘terör örgütü’ ilan ettiklerini söyleyemezdi mesela, ya da Türkiye’yi hedef alacak yaptırımların sonsuza dek gündemden düştüğünü. Nitekim NATO zirvesinde kendisine eşlik eden heyet üyelerinden ABD Savunma Bakanı Esper daha Londra yolundayken Washington’ın YPG konusundaki tavrını net bir biçimde kayda geçirmişti. Esper’in ‘Türkiye ile çıkmaz aşılsın diye YPG’ye terörist demem. Türkiye’nin tehdit olarak gördüklerini herkes tehdit görmüyor’ şeklindeki ifadeleri bir ön almaydı. Pentagon’un bir numarası, zirve sırasında Ankara’dan bu yönde bir dayatma gelmesi halinde Washington yönetiminin nerede duracağını kayda geçirmişti.
Başkan bir konuda kendisini bağlayacak sözler vermeden ABD’nin pozisyonunu netleştirmek için taktik açıklamalar yapmak Trump yönetiminde görev yapan bakanların klasik yöntemi haline geldi. Türkiye özelinde birkaç kez Trump (Erdoğan ile görüşmesinin ardından) kendi adamlarını boşa düşürmüş olsa da aslında kervan Pentagon’un hatta ve ABD Dışişleri’nin de tasavvurundan çok da uzağa düşmeyen bir rotada yürüyor.
Türkiye’nin S-400 alımı nedeniyle ABD’nin gündeminde olan yaptırımlar konusunda Trump yaklaşık beş aydır fren mekanizmasını işletmeyi başardı. Trump yönetiminin hedefinde Rus S-400 füze savunma sisteminin tüm parçalarının Türkiye’ye gelişinin tamamlanması öngörülen Nisan 2020 öncesinde Ankara’dan sistemin operasyonel hale getirilmemesi için garanti almak var. Pazarlığın son güne kadar devam etmesini beklediğini Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Kasım’da Katar’dan dönerken açık seçik söylemişti.
Washington yönetiminin S-400’ler ile ilgili tutumunda geçen sene bu zamanlara göre bir ölçüde yumuşama olduğu malum. S-400’lerin Türkiye’ye giriş yaptığı gün yaptırımların devreye gireceğinden dem vurulurken bugün iş ‘operasyonel hale getirmeyin’ noktasına kadar gelmiş durumda. Diplomatik kulislerde NATO’dan bir heyetin S-400’lerin Türkiye’deki NATO ekipmanı açısından risk teşkil edip etmediğini bizzat gözlemleyip teyit edebileceği teknik bir çalışmanın masadaki opsiyonlardan biri olduğu konuşuluyor. Bu tür bir çalışmaya Rusya Devlet Başkanı Putin’in kaş kaldırmayacağını düşünmek bana iddialı bir iyimserlik olarak görünse de havada uçuşan senaryoları tartabilmek için müzakerelerin nereye evrileceğini beklemek lazım.
Kulağıma gelen bir diğer kritik bilgi de Washington’da Ankara ile S-400 pazarlığının bir yerine PYD’nin Cenevre’deki BM sürecinde temsili meselesini ekleme hevesi içinde olan bir ekibin olduğu yönünde. Amerika’nın daha önce bu yöndeki girişimleri Ankara’nın vetosuna toslamış ve PYD temsilcileri Anayasa Komisyonu’nda yer alamamıştı. S-400’lerin fiziksel olarak Türkiye’de bulunmasına kategorik itiraz etmeme karşılığında Washington’ın da kritik beklentileri gündeme getirebileceği anlaşılıyor. Pazarlık belli ki çok boyutlu olacak.
Bu pazarlık Nisan 2020’ye kadar sürebilsin diye ABD Başkanı Trump’ın Kongre’yi yaptırımları bir süre daha derin dondurucuda tutmaya ikna etmesi ise oldukça zor olacak. Hele de ortada Ankara’daki S-400 radarının F-16 uçakları uçurularak denendiği iddialarına neden olacak tuhaf bir valilik açıklaması varken.
Kongre’deki kaynaklarımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’daki ziyareti sırasında Beyaz Saray’ın devreye girmesi üzerine Türkiye’ye yönelik yaptırım tasarılarının görüşülmesini öteleyen Senato Dışişleri Komitesi Başkanı Jim Risch’in 11 Aralık gününe bir Türkiye oturumunu gündeme aldığını öğrendim. Nitekim bugüne kadar Senato’nun gündemine gelen Türkiye’ye karşı en sert yaptırım paketinin iki mimarı Lindsey Graham ve Chris Van Hollen, NATO zirvesinden tam bir gün önce ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’ya gönderdikleri mektupta ‘sabır çoktan taştı’ ifadesini kullandılar. Erdoğan’ın 13 Kasım randevusundan sonra da S-400 alımı konusunda rotayı değiştireceği yönünde hiçbir işaret vermediğine dikkat çektiler. Dahası, Rus devlet şirketi Rosoboronexport’dan Türkiye ile işbirliğinin S-400 ile kalmayacağı yönünde açıklamalar geldiğini hatırlattılar.
Trump’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki en büyük müttefiklerinden biri olan Senatör Graham’ın yaptırımlar konusundaki sert tutumunun aslında taktik olduğu diplomatik çevrelerde konuşuluyor. Türk tarafından bazı kilit aktörlere göre Graham aslında içeride olası yaptırımların yumuşatılması için çalışıyormuş!
Trump yönetiminde her şey mümkün elbette.
İşin gerçeğini Lindsey Graham’in haftaya Senato’da ortaya koyacağı performans gösterecek.